ALEVİ OCAKLARI İLE İLGİLİ TESPİT EDİLEBİLEN EN ESKİ
TARİHLİ BELGE: AĞUİÇEN OCAĞI ŞECERESİ*
Bülent AKIN**
Özet
Alevi inanç sistemi hakkında son yıllarda yapılan çalışmalarda, Alevi ocaklarına mensup dede
ailelerinin şahsi arşivlerinde bulunan ve inanç sistemi içerisinde kutsal olarak kabul edilen
emanetlerden şecere ve icazetnâme türü yazılı belgelerin, Alevi ocaklarının tarihi yapılanması
ile ilgili önemli ipuçları taşıdıkları görülmüştür. Dolayısıyla, son yıllarda, Alevi ocaklarının
tarihine ışık tutmaya yönelik araştırmalarda bu belgelere sıkça başvurulmaya başlanmış
ve bu doğrultuda birtakım yeni bulgulara ulaşılmıştır. Bu bulgular, Alevi ocaklarının tarihi
yapılanması ile ilgili daha önceki yıllarda ortaya atılan tezlerden farklı bir tablo ortaya
koymuştur. Çalışmamıza yol göstericilik yapan sözünü ettiğimiz yeni bulgulardan hareketle
hazırlanan bu makale, ilk evre Alevi ocakları arasında “Mürşid Ocağı” olarak kabul edilen
Ağuiçen Ocağı’nın Diyarbakır koluna mensup dede ailesinden alınan h. 544/Zilkade (m.
1150/Mart) tarihli şecereyi konu edinmiştir. Söz konusu şecere, tanzim ediliş tarihi itibariyle
şu ana kadar yayımlanan şecereler içerisinde, şimdilik, en eski belge olma özelliğini
taşımaktadır. Şecerenin en dikkat çekici özelliği ise, daha önce yayımlanan “Ağuiçen”,
“İmam Zeynel Abidin” ve “Dede Garkın” gibi mürşid ocaklarına ait şecerelerin nerdeyse
tamamında görülen Ebu’l-Vefâ, Seyyid Ganim ya da Seyyid Hamis silsilesinden farklı bir soy
ağacı sıralamasına sahip oluşudur. Makalemizde, öncelikle Diyarbakır yöresindeki Ağuiçen
Ocağı’na mensup topluluklardan bahsedildikten sonra, şecerenin orijinal ve transkripsiyonlu
metinleri üzerinden bazı tespit ve değerlendirmelere yer verilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Alevi, Ağuiçen Ocağı, Diyarbakır, şecere, ocak
THE EARLIEST ESTABLISHABLE DOCUMENT ON THE ALEVI
OCAKS: THE OCAK OF AGUICEN’S SHAJARA
Abstract
In the studies on Alevi belief system done in recent years it was seen that the written documents
of shajara and ijaza genres -accepted as relics within belief system- from the private
archives of dede families that are members of Alevi ocaks, carry important hints about historical
structure of Alevi ocaks. Therefore, in recent years, this documents were started to
be frequently used in the studies intended to shed light on the history of Alevi ocaks, and
accordingly a set of new findings were reached. These findings revealed a different view from
the theses on the historical structure of Alevi ocaks brought up in the past years. The subject
of this paper, prepared with reference to the mentioned new findings which were guide to
* Bu makale, TÜBİTAK 113 K 056 Numaralı proje kapsamında hazırlanmıştır.
** Arş. Gör., Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü, İzmir/Türkiye,
bulentakinedb@hotmail.com.
DOI:10.12973/hbvd.70.111.
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2014 / 70
Bülent AKIN
16
our study, is shajara dated Dhu’l-Qadah 544/March 1150 gotten from a dede family which is
a member of the Ağuiçens’ Diyarbakır branch recognized as the mürşid ocak among the Alevi
ocaks of the first stage. As of the date of issuing, this shajara, for now, has the feature of being
the earliest document among shajaras published so far. The most remarkable characteristic
that shajara has is a genealogy which differs from Ebu’l Vefa, Seyyid Ganim or Seyyid Khamis’s
genealogies with whom almost all previously issued shajaras concerning mürşid ocaks
such as “Ağuiçen”, “İmam Zeynel Abidin” and “Dede Garkın”, were affiliated. In our paper,
after mentioning communities that are members of the ocak of Ağuiçen in Diyarbakır region,
it will be brought certain determinations and evaluations on the original text and transcription
of the shajara.
Key Words: Alevi, the ocak of Ağuiçen, Diyarbakır, shajara (Genealogy), ocak
1. Giriş
Alevilik hakkında son yıllarda yapılan çalışmalar, Alevi inanç sisteminin temel
yapılanmasını oluşturan ocakların birbirleriyle olan ilişkilerinde hiyerarşik bir
düzen içerisinde teşkilatlandıklarını göstermektedir. Bu hiyerarşik teşkilatlanma ile
ilgili çeşitli araştırmacılar tarafından farklı görüşler ileri sürülmüş ve birçok tasnif
yapılmıştır. Bu çalışmalarda ocaklar; “Mürşid Ocağı”, “Pir Ocağı”, “Rehber Ocağı”,
“Dikme Ocaklar” vb. hiyerarşik bir sıralama çerçevesinde tasnif edilmiştir.1 Fakat
bu tespit ve tasniflerin yanında Alevi ocak yapılanmasında “Dede” ve “Talip” olmak
üzere iki çekirdek yapının öne çıktığını görmekteyiz. Dede ailelerinin, kendilerini
talip topluluklarından ayıran ve ocak olarak nitelendirilmelerini sağlayan seyyidlik,
keramet gösterme, toplumsal önderlik vasıfları taşıma ve ilmi anlamda yeterlilik gibi
sıfatlarının yanı sıra, çoğunlukla, inanç sistemi içerisinde kutsal kabul edilen bazı
emanetlere sahip oldukları görülmektedir. Bunlar içerisinde en yaygın rastlananlar;
Şecere, İcazetnâme, inançla ilgili çeşitli yazma eserler, Ocak Sancağı (Alem), Erkân
Ağacı, Şah’ın Pabucu ve On Bir Kollu Çıralık (şamdan)’tır. Bu emanetler, Alevi inanç
sistemi bağlamında oluşmuş ritüelik işlev ve değerlere sahip olmalarının yanı sıra,
bilhassa yazılı belge niteliğinde olanları, Alevi ocaklarının tarihsel yapılanmasına ve
teşkilatlanmasına ışık tutacak özellikler taşımaktadır. Gerek devlet arşivlerinden temin
edilecek, gerekse Alevi ocaklarına mensup dede ailelerinin şahsi arşivlerinden
saha çalışmalarıyla derlenecek bu ailelerin soy, seyyidlik ya da dedeliklerini gösteren
şecere veya icazetnâmelerin Aleviliğin tarihi alt yapısının aydınlatılmasına önemli
katkı sağlayacağı şüphesizdir.
Alevi ocaklarına ait bu yazılı belgeler ışığında son yıllarda yapılan çalışmalar
şimdiye kadar bilinen ve bilhassa Fuad Köprülü’nün çalışmalarının etkisiyle genel
kabul gören Kalenderîlik, Haydarîlik ve Yesevîlik gibi tasavvuf çevreleri dışında,
Tâcü’l-Ârifîn Seyyid Ebu’l-Vefâ’nın kurduğu “Vefaîlik” adında yeni bir tasavvufî
ekolün mevcut olduğunu ortaya koymuştur. Dolayısıyla Köprülü tarafından ortaya
ALEVİ OCAKLARI İLE İLGİLİ TESPİT EDİLEBİLEN EN ESKİ TARİHLİ BELGE: AĞUİÇEN OCAĞI ŞECERESİ
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2014 / 70 17
atılan, 13. yüzyıl Anadolu’sunun dinî-tasavvufî profilini Ahmed Yesevi ve Yesevîlik
merkezli tek kökene dayama tezi, gerek yurt içinden gerekse yurt dışından bilim insanları
tarafından sorgulanmaya başlamıştır (Ocak, 2011: 34). A. Yaşar Ocak, Dede
Garkın ve Emirci Sultan hakkında hazırladığı kitabında, ilk evre içerisinde yapılanan
mürşid ocaklarından Dede Garkın Ocağı’na ait şecere ve icazetnâmelerin Alevi
ocaklarının tarihini aydınlatma açısından önemine dikkat çekmiştir. Ocak, daha
önce yapılan çalışmalardan farklı olarak, söz konusu şecere ve icazetnâmelerin transkripsiyonlu
metinlerini, Türkçe çevirilerini ve fotoğraflarını da kitabının sonuna ekleyerek
ileride yapılacak çalışmalar için yol gösterici önemli bir adım atmıştır (Ocak,
2011: 154-294). Alevi ocaklarına ait şecere ve icazetnâmeleri konu edinen bir başka
araştırmacı da Nejat Birdoğan olmuştur. Birdoğan, “Anadolu ve Balkanlar’da Alevi
Yerleşmesi” adlı kitabındaki konuyla ilgili bölümün başında, bazı Alevi ocaklarına
mensup dede ailelerinin ellerinde oldukça eski tarihli (m. 1017) şecerelerin olduğunu
iddia ettiklerini ve bu belgeleri kimseye göstermediklerini ya da daha eski tarihli
belgelerin bazı tutarsızlıklarının olduğunu vurgulamıştır. Soyağacı kurumunun bize
Araplardan geçtiğine değinen Birdoğan, Anadolu’da şecere sistemini ilk olarak Selçuklu
sultanı Alaeddin Keykubat’ın başlattığını ve bundaki amacının Oğuz ve Kürt
topluluklarını kontrol altına almak olduğunu belirtmiştir. Birdoğan, kitabın ilerleyen
sayfalarında, görme imkânı bulamadığı şecerelerden kendisine aktarıldığı kadarıyla
söz etmiş, ulaşıp okuyabildiklerini ise günümüz Türkçesine çevirerek bunlar
hakkında çeşitli değerlendirmelerde bulunmuştur. Yazar bölümün sonunda, ulaştığı
şecerelerin sayısal olarak büyük çoğunluğunun Ağuiçen Ocağı’na ait olduğunu ve
bu şecerelere göre Ağuiçen Ocağı’nın Ebu’l-Vefâ üzerinden Hz. Ali’ye bağlandığını
ifade etmiştir (Birdoğan, 1995: 183-265).
Ayfer Karakaya Stump tarafından yapılan çalışmalarda da ocak mensubu
dede ailelerinin ellerinde bulunan bu belgelerin önemine dikkat çekilmiştir. Stump,
dede ailelerinden aldığı belgeler ışığında Anadolu Alevi inanç sisteminin tarihi yapılanması
hakkında önemli bulgulara ulaşmış ve daha önceki çalışmalarda öne sürülen
tezlere ciddi eleştiriler getirmiştir. Şahsi arşivlerden elde ettiği İmam Zeynel Abidin,
Ağuiçen ve Dede Garkın gibi “Mürşid Ocağı” olarak tanımlanan ilk evre ocaklarına
ait şecerelerden yola çıkarak, bu ocakların Vefaîliğe bağlı olduklarını belirtmiştir
(Stump, 2012: 263-284). Stump, evlenmesine rağmen, cinsel münasebetten kaçındığı
için öz evladı olmayan Ebu’l-Vefâ’nın manevi mirasının çoğu birinci derece
akrabası olan yedi evlatlığı üzerinden devam ettiğini ifade etmiştir. Stump’ın tespit
ettiği 16 ve 17. yüzyıllara ait bu belgelere göre, Doğu Anadolu’daki Ağuiçen ve İmam
Zeynel Abidin gibi önemli mürşid ocaklarının biyolojik atası da Ebu’l-Vefâ’nın bu
evlatlıklarından olan, öz kardeşi Seyyid Ganim’in oğlu Seyyid Hamis olarak görünmektedir
(Stump, 2012: 273-275).
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2014 / 70
Bülent AKIN
18
Bu çalışmaların yanı sıra Alemdar Yalçın ile Hacı Yılmaz’ın yayımladığı şecere
ve icazetnâme türü belgeler, Dede Garkın Ocağı’nın tarihi arka planını aydınlatma
hususunda önemli katkılar sağlamış ve ileriye dönük yapılacak çalışmalar için temel
teşkil etmiştir (Yalçın vd., 2002: 13-88). Ayrıca Alevi inancına mensup araştırmacılardan
Veli Saltık tarafından yayımlanan “Tunceli’de Alevi Ocakları” adlı makalede,
yöredeki Alevi ocaklarına ait şecereler hakkında önemli bilgiler verilmiştir. Saltık,
Tunceli’de bulunan ocakların şecereleri ile dede ve talip topluluklarının coğrafi dağılımları
hakkında geniş bilgi vermiş, ayrıca tespit ettiği şecerelerde yer alan soy sıralamaları
hakkında birtakım değerledirmelerde bulunmuştur (Saltık, 2009: 145-176).
Diğer taraftan, son yıllarda Erdal Gezik ve Mesut Özcan tarafından yayına
hazırlanan “Alevi Ocakları ve Örgütlenmeleri” adlı kitabın Erdoğan Yalgın tarafından
yazılan “Şıx Dilo Belincân” başlıklı bölümünde, Şeyh Dilo Belincân’a ait h.
400 (m. 1010) tarihli bir şecereden söz edilmektedir. Şecere’nin aslının Alaeddin
Keykubat tarafından alındığını, sahiplerine verilmek üzere yeni bir şecere tanzim
edildiği aktarılmaktadır. Yalgın tarafından verilen bilgiye göre Alaeddin Keykubat,
şecerenin başlangıcına on yedi satırlık bir metin yazdırmış ve burada, asıl şecerede
bulunduğu iddia edilen Cengiz Han’ın mührünü kastederek, “Cengiz Han’ın İşareti,
benim huzurumda da sabit olmuştur” diye not düşmüştür. Şecereye göre Şeyh
İmadüddin Süleymani, Şeyh Dilo Belincân’ın şeyhi olarak görünmektedir ve Şeyh
Dilo Belincân’ı Kürt topluluklarına vekil tayin etmiştir. Şeyh Dilo Belincân’ın yol
silsilesi ise, şeyhi İmadüddin Süleymani üzerinden Ebu’l-Vefâ’ya ve Zeyd üzerinden
Hz. Ali’ye dayanmaktadır (Gezik vd., 2013: 427-440). Düzenlenme tarihi itibariyle,
makalemizin konusu olan Ağuiçen Şeceresi’nden 140 yıl daha eski bir belge olarak
takdim edilen bu şecere, Alevilik tarihi ile ilgili oldukça önemli bir döneme işaret
etmektedir. Diğer taraftan, şecerenin henüz yayımlanmamış olması, ilk tanzim ediliş
tarihi itibariyle akıllarda soru işareti bırakmaktadır. Ayrıca, Tâcü’l-Ârifîn Es-Seyyid
Ebu’l-Vefâ Menakıbnâmesi’nde Ebu’l Vefa’nın doğum ve ölüm tarihleri h. 417 (m.
1027) - h. 501 (m. 1108) olarak verilmektedir (Gümüşoğlu, 2006: 27). Şeyh Dilo
Belincân’ın şeceresinin h. 400 (m. 1010) tarihli olması ve Ebu’l-Vefâ üzerinden yol
silsilesinin Hz. Ali’ye ulaşması, Ebu’l-Vefâ’nın şecere tarihinden sonra dünyaya gelmesi
göz önünde bulundurulursa, çelişkili ve tartışmaya açık bir durum arz etmektedir.
Bu sorun, ancak, şecerenin tam metninin yayımlanması ile çözüme kavuşacak
gibi görünmektedir.
Alevi ocaklarına mensup dede ailelerinin ellerinde bulunan şecere ve
icazetnâme türü belgelerin tanzim ve sonraki yüzyıllarda tasdik ediliş tarihleri ve
yerleri, Alevi inanç sisteminin ve ocak teşkilatlanmasının tarihi hakkında önemli
ipuçları sunmaktadır. Bugüne kadar tespit edilebilen şecere ve icazetnâmeler içerisinde
en eski tarihli belge, Ahmet Yaşar Ocak tarafından yayımlanan Çelebi Mehmet
dönemine ait h. 821 (m. 1418) tarihli belgedir.2 Bu makale, Aleviliğin yazılı tarihi
ALEVİ OCAKLARI İLE İLGİLİ TESPİT EDİLEBİLEN EN ESKİ TARİHLİ BELGE: AĞUİÇEN OCAĞI ŞECERESİ
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2014 / 70 19
açısından daha önce yayımlanan belgelere nispeten oldukça eski bir tarihte yazılmış
olan, Ağuiçen Ocağı’nın Diyarbakır koluna ait, h. 544/Zilkade (m. 1150/Mart) tarihli
şecereyi konu edinecektir. Söz konusu şecere, Alevilik tarihi ile ilgili bugüne
kadar yayımlanan belgeler içerisinde, şimdilik, en eski belge niteliğini taşımaktadır.
Makalede, Aleviliğin ilk evre ocakları arasında yer alan ve “Mürşid Ocağı” olarak
nitelendirilen Ağuiçen Ocağı’nın Diyarbakır kolu hakkında bilgi verildikten sonra,
Diyarbakır Ağuiçen Ocağı dedesi Hidayet Ulugerçek’ten alınan ve günümüz Türkçesine
aktarılan şecere hakkında yapılan tespit ve analizlere yer verilecektir.3
2. Ağuiçen Ocağı’nın Diyarbakır Kolu
Diyarbakır ve ilçelerine bağlı yerleşim birimlerinde tespit ettiğimiz Ağuiçen
Ocağı mensuplarının vaktiyle Diyarbakır merkeze bağlı bugünkü adı Nahırkıracı
olan Şarabi köyünde yerleşik bulundukları bilinmektedir.4 Yöredeki Ağuiçen Ocağı
dedesi Hidayet Ulugerçek, Ağuiçen Ocağı’nın buradaki “Mürşid Ocağı” olduğunu
söylemektedir.5 Geçmiş yıllarda yörede, “Düşkünlük Cemleri”nin Ağuiçen Ocağı
dedeleri bulunmadan yapılamadağı da bize aktarılan bilgiler arasındadır. Şarabi köyündeki
dede ve talip topluluklarının tamamı Türkmenlerden oluşmaktadır. Tahrir
defterlerinden 1500’lü yılların başında varlığını tespit ettiğimiz Şarabi köyü6, son on
yıla kadar da Aleviliğini ve Türkmenliğini koruyan bir köydür. Köydeki dede ve talip
toplulukları Diyarbakır’a Horasan’dan geldiklerini ve Ağuiçen Ocağı mensubu dedelerin
köklerinin Necef ’e dayandığını ifade etmektedir. Sözlü gelenekte, Diyarbakır’a
bağlı diğer Türkmen Alevi köylerindeki ocak aileleri gibi, Şarabi’deki Ağuiçen Ocağı
mensuplarının da Moğol istilasından kaçarak Anadolu’ya Kuzey Irak üzerinden girdikleri
ve Diyarbakır’ı yerleşim yeri olarak tuttukları aktarılmaktadır.7 Yakın geçmişe
kadar (1980-1981 yılları civarı) Diyarbakır’dan Hac’a gidip gelenler aracılığıyla
Necef ’te bulunan tanıdıklarından haber alan yöredeki Ağuiçen Ocağı dedelerinin
günümüzde bu irtibatı kopmuştur. Ayrıca, yörede yaptığımız derleme çalışmalarında,
Şarabi köyünün Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan tarafından kurulduğu da
bize aktarılan bilgiler arasındadır.
Son yıllarda yaşanan köyden kente göçlerle, Şarabi’de artık, Alevi inancına
mensup kimse kalmamış, köyde yerleşik bulunan Alevilerin tamamı büyük şehir
merkezlerine ve yurt dışına yerleşmiştir. Köyün boşalmasıyla da köye Sünni inancına
mensup Kürt topluluklar yerleşmeye başlamıştır. Şarabi köyü bugün tamamen
bir Sünni Kürt köyü haline gelmiştir. Köyde sadece Ağuiçen Ocağı dedesi Hidayet
Ulugerçek’in bir evi (Kuyudamı Ziyaret ve Tekkesi) ile bir köylünün arazisi bulunmaktadır.
Diğer taraftan, çeşitli kent merkezlerine ve yurt dışına yerleşen Şarabi köylü
Aleviler, Aleviliklerini ve Türkmenliklerini kaybetmemişlerdir. Ayrıca, köylüler
halen, yılın değişik zamanlarında köylerine gidip kabir ve Kuyudamı ziyaretlerini
sürdürmektedirler. Yörede yaşayan Şarabi köyü dışındaki Türkmen Alevilerin büyük
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2014 / 70
Bülent AKIN
20
bir kısmı da Kuyudamı’na adaklar adamakta, buradan dertlerine derman, hastalarına
şifa dilenmektedir. İçeride mumlar yakılmakta, dilek taşları dizilmekte ve kuyuda
bulunan sudan şifa umulmaktadır.
Kuyudamı, aynı zamanda yakın geçmişe kadar cem ibadetlerinin yapıldığı
bir tekkedir. Yörede yaptığımız derleme çalışmalarında, 1960’lı yıllara kadar Şarabi
köyü civarında, “Terkân Bölgesi” diye adlandırılan sayıları elliye yakın köyden ve
diğer Alevi köylerinden “Kuyudamı”na ve Ağuiçen Ocağı dedelerine ziyarete gelindiği
bilgisi bize aktarılmıştır. Kuyudamı, yöredeki inanışa göre Ağuiçen Ocağı’nın
bilinen ilk inanç önderlerinin sır olduğu (kaybolduğu) yerdir. Hidayet Ulugerçek
tarafından bize aktarılan bilgiye göre, Kuyudamı’nda sır olduğuna inanılan Ağuiçen
Ocağı erenlerinden Seyyid Gerçek, Ağuiçen’in (Seyyid Temiz) torunu ve Seyyid
Mençek’in en küçük oğludur. Seyyid Mençek’in üç oğlu olmuş ve en küçüğü olan
Seyyid Gerçek, kutsal emanetleri alarak Diyarbakır’a gelmiş ve Şarabi köyüne yerleşmiştir.
Diğer ikisi ise, Tunceli ve Divriği taraflarına gitmiştir. Ağuiçen Ocağı’na
mensup birçok eren ve inanç önderinin bu odada sır olduğu inancı sebebiyle bu tekkeye
“Kuyudamı” adı verilmiş ve burası bir ziyaret yeri haline gelmiştir. Görünüşü
üç odalı bir ev şeklinde olan Kuyudamı’nın girişinde küçük bir koridor, koridorun
sağında ikiye bölünmüş bir oda8; koridorun devamında ve giriş kapısının tam karşısında
iki basamak merdivenle çıkılan ve diğer odaya açılan bir kapı vardır. Bu oda,
geçmişte cemlerin yapıldığı “Tekke”dir. Tekkenin giriş kapısının hemen solunda ise
“Kuyudamı” adı verilen ve içerisinde bir kuyu bulunan ziyaret yeri mevcuttur. Bu
odadaki kuyuda bulunan su, yöredeki Aleviler tarafından kutsal kabul edilmektedir.
Ziyaretçiler, bu ziyaret yerinden ve kuyudaki sudan şifa umarlar. Yörede yaptığımız
derleme çalışmalarında Kuyudamı hakkında birçok anlatı tespit edilmiştir.9 Diğer taraftan,
Ağuiçen Ocağı Diyarbakır koluna ait şecere ve diğer yol emanetleri yüzyıllar
boyunca Kuyudamı’nda bulunan bir sandıkta muhafaza edilmiş ve kuşaktan kuşağa
aktarılarak günümüze ulaşmıştır.
3. Miladi 1150 Tarihli Ağuiçen Ocağı Şeceresi
Diyarabakır merkeze bağlı Şarabi köyünde yerleşik bulunan Ağuiçen Ocağı
dedesi Hidayet Ulugerçek’ten aldığımız Ağuiçen Ocağı Diyarabakır Kolu’nun soy
ağacını gösteren şecere, h. 544/Zilkade (m. 1150/Mart) tarihinde yazılmıştır. Şecerenin
başında biri tepede, diğer altısı karşılıklı olarak iki yanda olmak üzere yedi
adet mühür bulunmaktadır. Bu mühürlerden sonra Besmele ile başlayan, Allah’ın
sıfatlarına ve ayetlerine, Peygamberin ve On İki İmamların salat ve selamlamasına
yer verilen kısım gelmektedir. Bu kısmın ardından şecerenin sahibi Seyyid Hüseyin
oğlu Seyyid İlyas’ın soyu Hz. Âdem’e kadar sayılmış ve şecerenin eksiksiz olduğunu
vurgulayan bir cümlenin ardından h. 544/Zilkade tarihi düşülerek şecere tamamALEVİ
OCAKLARI İLE İLGİLİ TESPİT EDİLEBİLEN EN ESKİ TARİHLİ BELGE: AĞUİÇEN OCAĞI ŞECERESİ
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2014 / 70 21
lanmıştır. Şecerenin eksiksiz olduğunu vurgulayan ve tarih düşülen kısım günümüz
Türkçesi ile şöyledir:
“Seyyid Receb oğlu Seyyid Hâce oğlu Seyyid Hüseyin oğlu Seyyid İlyas’ın şeceresidir.
Muhakkak ki, o soyu açık (nesebi sahih) olan bir seyittir. Bunda şüphe ve belirsizlik
yoktur. Her kim ki O’nun nesebinden şüphe ederse O (bir sözcük okunmuyor) ’na Müste’ân
olan Allah’tandır. Yüce Allah sağlam (muhkem) ve yüce kitabında (Kur’an’da) şöyle buyurmuştur:
‘Her kim bir iyilikle gelirse kendisi için onun on misli vardır (En’âm 6/160)’,
‘Ve iyilikte bulununuz (Bakara 2/195)’, ‘Yüce Allâh iyilik yapanların mükâfatını zâyi
etmez (Tevbe 9/120)’. Bu tam bir şeceredir. Hicrî 544 senesinin mübarek Zilkade ayında
yazıldı. Allah’ın övgüsü Muhammed’in hayırlı yaradılışına ve bütün ailesinin üzerine
olsun. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir”. En alt kısımda ise Seyyid Salih bin
Musa, Seyyid El-Muhtez (Ahmed) bin Hüseyin, Seyyid Sâdi bin İsmail ve Seyyid
Sadık bin Behlül adında dört Seyyid tarafından şecerenin eksiksiz olduğu tasdik edilmiştir.
Şecerenin farklı kısımlarında yedi adet derkenar bulunmaktadır. Bu derkenarlar,
şecerenin farklı tarihlerde, farklı kimseler tarafından tasdik edildiğini göstermektedir.
Özellikle şecerenin sağ tarafında bulunan iki derkenarda “Diyarbakır” şehrinin
adının geçmesi dikkat çekicidir. Ayrıca, bu derkenarlardan birinde h. 1021 (m.
1613) tarihi düşülmüştür. Söz konusu iki derkenarın günümüz Türkçesi şöyledir:
Der-kenâr 1
“İçine baktığımda hakkıyla bilgi sahibi oldum ve mübarek bir nesebe muvafakat
ve latîf bir asla mutabakat buldum, hâli üzere bıraktım. Bunu fakîr Seyyid Ahmed, Diyarbakır
şehrinde nakîb, İstanbul’da nakîbü’l-eşrâf kâimmakâmı, yazdı. Allah O’nu affetsin”.
Der-kenâr 2
“Bu şecere, aslı asîl, fer’i yüce ve melekler ve vahiyle müşerref olan ve güzel kokan
Hz. Muhammed, Allah’ın övgüsü ve selamı O’nun üzerine ve ailesinedir, ululuk ve kıymet
sahibidir. [Bu şecereyi] Diyarbakır şehrinde yaklaşık Hicrî 1021 civarında gördüm.
Onu kabul ettim, geçirdim (tasdik ettim) ve aslını sahibi olan Seyyid İlyas e’l-Mersum
oğlu Seyyid Hüseyin oğlu Seyyid Muhyiddîn’e teslim ettim. Bu şecere sahibinin soyu meşhurdur
ve bunda hile yoktur. Muhakkak ki o Hz. Peygamber ve ailesiyle Cennet’e girmek
üzere A’raf’ta bir araya geldi. Bendeniz, Allah’ın fakiri Seyyid Abdulkâdir bin Seyyid
Muhammed Halep şehrindenim. Allah onu affetsin”.
Alevi ocakları ile ilgili yazılı kaynak bağlamında şu ana kadar yayımlanan şecere
ve icazetnâmeler arasında, şimdilik, en eski belge niteliğinde görünen bu şecerenin
şekil ve kurgu özellikleri bakımından sonraki yüzyıllarda yazılmış şecere yazım
mantığına uygun olduğu görülmektedir. Şecerenin en üst kısmında yer alan mühürTÜRK
KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2014 / 70
Bülent AKIN
22
lerin şekil itibariyle sonraki yüzyıllarda yazılan bazı şecerelerle birebir aynı olduğu
tespit edilmiştir. Mühürlerin içerisindeki yazılarda da içerik bakımından çok küçük
farklılıklar olduğu görülmüştür. Bu şecerelerden h. 1015 (m. 1607) tarihli Ağuiçen
Ocağı şeceresi, h. 997 (m. 1588) tarihli Dede Garkın Ocağı şeceresi ile arşivimizde
bulunan bir Dede Garkın Ocağı şeceresinin mühürlerinin birbirleriyle aynı olduğu
ve yaklaşık aynı içeriklere sahip oldukları ilk bakışta görülecek biçimde açıktır.10 Şecerenin
devamında da şecere yazma geleneğine aykırı bir durum söz konusu değildir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi şecere, yazıldığı tarihten yaklaşık 463 yıl sonra, miladi
1613 yılında Halep şehrinde tasdik edilmiştir. Şecerede bu onay dışında, yapılan diğer
tasdiklerde tarih düşülmemiştir. Öte yandan şecerede, bazı belgelerde görülen
şecere sahibine iltifat edilmesi, hürmet ve ayrıcalık gösterilmesi gibi öğütler veren
ve dünyevi konularda belli amaçlara yönelik nasihatler içeren herhangi bir bölüm
mevcut değildir.
Şeceredeki dikkat çeken en önemli husus ise, diğer ocak şecerelerinin hemen
hemen tamamında geçen Ebu’l-Vefâ, kardeşi Seyyid Ganim ve Seyyid Ganim’in oğlu
Seyyid Hamis’in adlarının bulunmayışıdır. Hz. Adem’e kadar uzanan şecerenin Hz.
Ali’den itibaren miladi 1150 yılına, yani şecerenin sahibi Seyyid İlyas’a kadar gelişi
şöyledir:
¤Alì bin Ebì Šālib
Ģüseyin bin ¤Alì
İmām e’l-Ma¤ŝūm Zeyne’l-¤Ābidìn
Zeydü’ş-Şehbā
Seyyid Ģüseyin źi’l-¤ibre
Seyyid Yaģyā Ekber
Seyyid Yaģyā Aŝġar
Seyyid ¤Alì
Seyyid Ķāsım
Seyyid Mūsā
Seyyid Şerefü’d-dìn
Seyyid Ca¤fer
Seyyid Nūrü’d-dìn
Seyyid Aģmed
(Ahsen) Seyyid Muhammed (tam okunamıyor)
ALEVİ OCAKLARI İLE İLGİLİ TESPİT EDİLEBİLEN EN ESKİ TARİHLİ BELGE: AĞUİÇEN OCAĞI ŞECERESİ
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2014 / 70 23
Seyyid Maģmūd
Seyyid Şemsü’d-dìn
Seyyid Receb
Seyyid Ĥˇāce
Seyyid Ģüseyin
Seyyid İlyās
Mevcut belgeler üzerinden konuşulduğunda, özellikle Ebu’l-Vefâ’nın annesinin
Kürt olduğunu ve Kürt topluluklarının içerisinde yetiştiğini, dolayısıyla da kendisinin
de Kürt olduğunu kabul eden araştırmacılar olduğu gibi, menakıbnâmesindeki
halifelerinin neredeyse tamamının Türkmen isimleri ve nispetleri taşıması sebebiyle
onun bir Türkmen şeyhi olabileceğini öne süren araştırmacılar da vardır.11 Bu
noktadan hareketle, bugüne kadar tespit edilebilen Ağuiçen Ocağı şecerelerinde
Ebu’l-Vefâ’nın adının ya da kardeşi Seyyid Ganim ve Seyyid Ganim’in oğlu Seyyid
Hamis’in adlarının bulunmasından dolayı Ağuiçen Ocağı’nın Kürt kökenli olup olmadığı
tartışma konusu olmuştur. Ağuiçen Ocağı’nın Diyarbakır koluna ait bu şecerede,
Ebu’l-Vefâ, Seyyid Ganim ya da Seyyid Hamis’in adlarının geçmeyişi, Ağuiçen
Ocağı hakkında şu ana kadar ileri sürülen görüşlerden farklı bir tablo ortaya koymuştur.
Ayrıca, şecerenin Türkmen Alevisi bir dede ailesinin elinde bulunuşu da konuyla
ilgili daha önce ortaya atılan görüşler hakkındaki soru işaretlerini arttırmaktadır.
Kaldı ki, söz konusu şecerenin yazıldığı tarih göz önünde bulundurularak mevcut
belgelerle mukayese edildiğinde, sözünü ettiğimiz değişim daha net görülecektir.
4. Sonuç
Şu ana kadar yayımlanan şecere ve icazetnâmeler içerisinde, şimdilik, en eskisi
olma özelliğine sahip olan Ağuiçen Ocağı’nın Diyarbakır koluna ait şecere, kanaatimizce
Alevi ocaklarının tarihiyle ilgili yeni soruların sorulması gerektiğini gündeme
getirmiştir. Kendisinden yaklaşık üç ya da daha fazla asır sonra yazılmış olan diğer
şecere metinlerine yapı ve kurgu bakımından benzemesi, şecerenin tasdiği yapılırken
bazı şecere ve icazetnâmelerde olduğu gibi aslının herhangi bir devlet kurumu
tarafından alınıp sahibine kopyasının ya da yenisinin verilmesi gibi bir durumun söz
konusu olmayışı ve söz konusu tasdiklerin şecerenin kenarlarına yapılması sebebiyle
aslının muhafaza edilmiş olması, şecerenin Alevilik tarihi açısından önemini bir kat
daha arttıran hususlardır.
Daha önce tespit edilen ve yayımlanan ilk evre Alevi mürşid ocaklarına mensup
dede ailelerine ait şecerelerde, dedelerin soylarının Tâcü’l-Ârifîn Seyyid Ebu’l-
Vefâ üzerinden Hz. Ali’ye ulaştığı görülmüştür. Bu şecerede ise, Ebu’l-Vefâ, kardeşi
Ganim ve Seyyid Ganim’in oğlu Hamis’in adlarının zikredilmemesi, şecerenin tanTÜRK
KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2014 / 70
Bülent AKIN
24
zim tarih de göz önünde bulundurulduğunda, önceki şecerelerdeki silsileden hareketle
verilen hükümlerde daha dikkatli olunması gerektiğini göstermiştir.
Tespit edilen bu belgenin ortaya çıkardığı bir gerçek de devlet arşivlerinde bile
rastlanamayacak kadar eski tarihli bir belgenin şahsi arşivde muhafaza edilmiş olmasıdır.
Alevi ocakları üzerine yapılan çalışmalarda devlet arşivleri merkezli çok ciddi
verilere ulaşmak mümkün olmamaktadır. Son yıllarda Alevi ocakları ve teşkilatlanmaları
üzerine yeni yorumları sağlayan belge ve bilgilerin şahsi arşivlere dayanması,
bu yönde çalışmalar yürütülmesi gerektiğini göstermektedir. Bu bağlamda, Alevi
ocakları üzerine yapılan çalışmalarda, alan araştırmalarına öncelik verilmesi elzem
bir hal almıştır. Yaptığımız saha çalışmalarında, Alevi ocaklarına ait önemli belgelerin
kutsal emanetler olarak kabul edilerek saklandığı görülmüş ve diğer ocaklara ait
belgeler de tespit edilmiştir. Bu belgelerin büyük bir çoğunluğu, inanç sisteminden
kaynaklanan bir algı sebebiyle saklanmakta ve bilim dünyasıyla paylaşılmamaktadır.
Bu durum, söz konusu belgelerin sağlam muhafaza edilmiş ve araştırmacılar tarafından
bulunmuş olanları için, bir şans olarak değerlendirilebilir. Ancak, bu belgelerin
iyi muhafaza edilememiş olanlarının çürümeye terk edilmesi ve kağıt zararlılarınca
tahribe uğrama ihtimali de göz ardı edilmemelidir. Bu sebeple, Alevi ocaklarını konu
edinen araştırmalarda saha çalışmalarına öncelik verilmeli ve ivedilikle bu tür belgeler
koruma altına alınmalıdır. Nitekim, Alevi ocaklarıyla ilgili birçok belge, bizim
tespit ettiğimiz belge kadar şanslı olmayacaktır.
Sonnotlar
1 Bu tasnifler, çoğunlukla, ocakların hiyerarşik yapılanmalarına, tarihi durumlarına ve kerametlerine
göre yapılmıştır. Tasniflerin ve ocaklar arası hiyerarşik yapının geniş bir değerlendirmesi için bk.
(Ersal, 2013: 75-94)
2 Ahmet Yaşar Ocak tarafından yayımlanan Şecere’nin transkripsiyonu ve Türkçe çevirisi için bk.
(Ocak, 2011: 154-194).
3 Şecerenin transkripsiyonunun yapılmasında ve metnin günümüz Türkçesine çevrilmesinde benden
yardımlarını esirgemeyen Doç. Dr. Ozan YILMAZ’a teşekkür ederim. Ayrıca, son okumalarda
metnin kontrolüne yardımcı olan sayın Prof. Dr. Nadim Macit, Doç. Dr. Abdullah Temizkan, Yrd.
Doç. Dr. Yahya Kemal Taştan ve Doktora Öğrencisi Murteza Tuzlu’ya teşekkürler.
4 Diyarbakır Alevi ocakları hakkında geniş bilgi için bk. (Taşğın, 2006; Akın vd., 2012: 231-246).
5 Yörede yaptığımız saha çalışmalarında, Şarabi köyü dışındaki diğer yerleşim birimlerinde İmam
Zeynel Abidin ve Dede Garkın Ocağı gibi önemli mürşid ocaklarının da mevcut olduğu görülmüştür.
Yörede, günümüzde en fazla talip topluluğuna sahip olan ocağın, İmam Zeynel Abidin Ocağı olduğu
görülmüştür.
6 1530 tarihli tahrir defterinde Şerabi (Nahırkıracı) köyü, Şarabi adıyla kayıtlıdır (TD 998/I: 53).
ALEVİ OCAKLARI İLE İLGİLİ TESPİT EDİLEBİLEN EN ESKİ TARİHLİ BELGE: AĞUİÇEN OCAĞI ŞECERESİ
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2014 / 70 25
7 Bu konuda bazı araştırmacılar köydeki Ağuiçen Ocağı dedelerinin Dersim’deki Bargıni’den
geldiklerini aktarmaktadır (Aksüt, 2012: 243; Gezik vd., 2013: 89). Ancak, biz yörede yaptığımız
saha çalışmalarında görüştüğümüz, gerek Ağuiçen Ocağı gerekse diğer ocaklara mensup dede ve
talip topluluklarının böyle bir bilgiden haberlerinin olmadıklarını gördük.
8 Yöredeki Ağuiçen Ocağı dedesi Hidayet Ulugerçek’ten aldığımız bilgilere göre bu oda, daha
önceden, Kuyudamı’na ait ocak ve mutfağın bulunduğu yermiş.
9 Söz konusu anlatılar makalemizin konu ve kapsamı dışında olduğundan dolayı, burada bu anlatılara
yer verilmeyecektir
10 Söz konusu h. 1015 (m. 1607) tarihli Ağuiçen Ocağı şeceresi için bk. (Bozdoğan, 2013: 403-409), h.
997 (m. 1588) tarihli Dede Garkın Ocağı şeceresi için bk. (Ocak, 2011: 256-258).
11 Bu konudaki görüşler için bk. (Ocak, 2011: 40; Gümüşoğlu, 2006: 9; Stump, 2012: 263-284).
Kaynakça
AKIN, B.-EKİCİ, M. (2012). “Diyarbakır Yöresi Alevi Ocakları Üzerine Bir Değerlendirme”.
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S. 63. 231-246.
AKSÜT, H. (2009). Aleviler Türkiye-İran-Irak-Suriye-Bulgaristan. Ankara: Yurt Yay.
BİRDOĞAN, N. (1995). Anadolu ve Balkanlar’da Alevi Yerleşmesi Ocaklar-Dedeler-Soyağaçları.
İstanbul: Mozaik Yayınları.
BOZDOĞAN, N. (2013). Alevi İslam İnancı ve Ağuiçen Ocağı Soy Şeceresi. İstanbul: Can Yayınları.
ERSAL, M. (2013). Alevi-Bektaşi İnanç Sisteminde Hiyerarşik Yapı: Çubuk Havzası Aleviliği
Örneği. Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir: Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
GEZİK, E.-ÖZCAN, M. (2013). Alevi Ocakları ve Örgütlenmeleri. Ankara: Kalan Basın Yayın
Dağıtım.
GÜMÜŞOĞLU, D. (2006). Tâcü’l-Ârifîn Es-Seyyid Ebu’l-Vefâ Menakıbnâmesi. İstanbul: Can
Yayınları.
OCAK, A. Y. (2011). Ortaçağ Anadolu’sunda İki Büyük Yerleşimci (Kolonizatör) Derviş Yahut
Vefâiyye ve Yeseviyye Gerçeği: Dede Garkın & Emîrci Sultan (13. Yüzyıl). Ankara: Türk Kültürü
ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Yayınları.
SALTIK, V. (2009). “Tunceli’de Alevi Ocakları”. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma
Dergisi. S. 52. 145-176.
KARAKAYA-Stump, A. (2012). “The Vefa’iyye, The Bektashiyye And Genealogies of Heterodox”.
Islam In Anatolia: Rethinking The Köprülü Paradigm. S. 44. 263-284.
TAŞĞIN, A. (2006). Güneydoğu Anadolu’da Türkmen Aleviler -Diyarbakır ve Çevresi-. Ankara:
Ataç Yayınları.
YALÇIN, A.-YILMAZ, H. (2002). “Kargın Ocaklı Boyu ile İlgili Yeni Belgeler”. Ankara: Türk
Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi. S. 21. 13-88.
998 Numaralı Muhasebe-i Vilayet-i Diyar-ı Bekr ve Arap ve Zü’l-Kadiriyye Defteri-I
937/1530. (1998). Ankara: Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları.
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2014 / 70
Bülent AKIN
26
Kaynak Kişi Dizini
Aziz Güçlü, (1951), Seyithasan (Bakacak), Bismil, Diyarbakır, İlkokul, Halk
Şairi-Talip.
Cafer Açıkgöz, (1956), Büyükkadı, Diyarbakır, Lise, Rehber.
Cemal Özdemir, (1952), Darlı (Ulutürk), Bismil, Diyarbakır, Üniversite, Talip.
Hasan Baykut, (1961), Türkmenhacı, Bismil, Diyarbakır, Beyazıd-ı Bostan
Ocağı Dedesi.
Hidayet Ulugerçek, (1947), Şarabi, Diyarbakır, Üniversite, Ağuiçen Ocağı
Seyyidlerinden (Dede).
Mehdi Kaygusuz, (1961), Darlı (Ulutürk), Bismil, Diyarbakır, Lise, İmam
Zeynel Abidin Ocağı Dedesi.
Meryem Özdemir, (1954), Seyithasan (Bakacak), Bismil, Diyarbakır, İlkokul,
Âşık-Talip.
Musa Kargın, (1966), Büyükkadı, Diyarbakır, Lise, Dede Garkın Ocağı
Dedesi-Âşık.
Sultan Kargın, (1927), Büyükkadı, Diyarbakır, Okuma yazma bilmiyor, Ana
Bacı (Dede eşi).
Vedat Güldoğan, (1950), Çüngüş, Diyarbakır, Üniversite, Araştırmacı-Yazar.
Ekler
Ek-1. Ağuiçen Ocağı Diyarbakır Kolu Şeceresinin Türkçesi
En üstte bulunan ilk üç satır okunmayacak durumda.
İlk mührün ortasında; “El-mülk-i li’llāh Muģammeden Resūli’llāh ¤Aliyyü’n
Veliyū’llāh”, bu yazının çevresindeki ilk çemberde “Nādı Aliyyü’n mazharu’l ¤acāib
Tecidhu ¤avnen leke fi’n-nevāib külli hemmin ve ğammin se-yencelì bi-velāyetike
yā ¤Alì yā ¤Alì yā ¤Alì”, dış çemberinin en üstünde Allah yazısı ve sırasıyla On İki
İmamların adları yazılıdır.
Bu mührün altında, karşılıklı olarak bulunan iki mühürde çemberin ortası
okunamayacak durumdayken çemberin çevresinde sırasıyla On İki İmamların adlarına
yer verilmiştir.
Üçüncü sıradaki karşılıklı mühürlerin ortasındaki yazı okunamamakla beraber,
dış çemberdeki yazı kısmen okunabilmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla burada da On İki
İmamların adları zikredilmiştir.
Dördüncü sırada bulunan son mühürlerin ortasında “Bu mühür, İmam
ALEVİ OCAKLARI İLE İLGİLİ TESPİT EDİLEBİLEN EN ESKİ TARİHLİ BELGE: AĞUİÇEN OCAĞI ŞECERESİ
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2014 / 70 27
¤Aliyyü’l-Hâdi ve Hasan e’l-¤Askerî’nin mührüdür” yazılıdır. Mühürlerin çevresinde
ise, tam olarak okunamamakla beraber On İki İmamların adlarının yazıldı olduğu
anlaşılmaktadır.
Esirgeyen ve Bağışlayan Allah’ın Adıyla,
Hamd; Muhsin (ihsan eden), Mün’im (nimetlendiren), Mennân (çokça minnet
eden), Kâhir (kahreden), Müheymin (koruyan ve gözeten), Deyyân (hesap gören) olan;
fazilet, cömertlik, iyilik, bolluk, minnet, af, rahmet, mağfiret, büyüklük, celâl sahibi
sultan olan; mekânsız, zamansız, devirsiz, dönemsiz varolan, zaman ve mekân takdiri
olmaksızın zamanı ve mekânı yaratan ve yaratılmışlar arasından insanı seçip, ona
konuşmayı öğreten, itaat etmeyi emreden, günah işlemeyi yasaklayan ve ondan küfrü
gideren, onu imanla yüceltip mutluluk ve kavuşmayla, kader ve ayrılıkla müstesna
kılan Allah’a mahsustur. Bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve kemal sıfatlarıyls
muttasıf olan “Allah her gün bir iştedir (Rahmân 55/29)” (âyetini) tesbih ederim. Ve
biz, Allah’tan başka bir ilah olmadığına, O’nun ortaksız (En‘âm 6/163) bir olduğuna;
insanları, cinleri, kuşları ve balıkları toprak, hava ve ateşten yarattığına; O’nun
gönderdiği peygamberleri, salih velilerini şahit kıldığına, İmamlar’ın kabirlerini
âriflerin kıblesi, tavaf edenlerin Kabe’si kıldığına, onları öncekiler ve sonrakiler
üzerine üstün kıldığına, onları sevmeyi yaratılmışların tümüne vacip kıldığına
şehadet ederiz. Ve yine şehadet ederiz ki Muhammed (s.a.v.) peygamberlerin efendisi
günahkârların şefaatçisi, âlemlerin Rabbi’nin peygamberliğini tebliğ eden, (insanları
O’nun dinine) davet eden, güvenilirliği eda eden ve hidayet eden bir elçidir. Allah’ın
salâtı ve selamı yeryüzünün ve gökyüzünün efendisinedir. Ve yine her zaman galip
gelen kabilenin arslanı, ilk önce yakınlarına ve eşlerine savaşlarda, mihraplarda ve
menkıbelerde şefaat edilen, müminlerin emîri, İmâmu’l-Murtazâ Ali bin Ebî Tâlib
üzerine olsun. Ve yine faziletler ve ilimler denizi olan, Allah’ın emriyle hareket
etmeyi alışkanlık edinmiş, Ali oğlu “zehirlenmiş” İmam Hasan’ın üzerine olsun. Ve
yine güzel, açık bir yol ve fasih bir dil üzere gizliyi ve açığı izhar eden Ali oğlu İmam
Hüseyin’in üzerine olsun. Ve yine, Rabbi’nin sınırları üzere kaim olan (hareket eden),
Allah’ın emriyle dâim, kıyamet gününde destekçi İmam Ali bin Hüseyin Zeyne’libâd’ın
üzerine olsun. Ve yine “parlayan doğruluk” olan, “nur veren kandil” İmam
Muhammed Bâkır üzerine olsun. Ve yine soyu yüce ve konuşması belîğ, doğunun
ve batının en faziletlisi İmam Caferü’s-Sâdık üzerine olsun. Ve yine âlim ve haberli,
etkili bir nûr olan İmam Kâzım üzerine olsun. Ve yine “kopmayan, sağlam bir kulp”
(Bakara 2/256; Lokman 31/22) ve “destek verici bir kılıç” olan İmam Aliyyü’r-Rızâ
üzerine olsun. Ve yine hidayet eden, doğru yolda yürüyen, doğruluk kendisine ilham
edilmiş İmâm Muhammedü’l-Cevâd üzerine olsun. Ve yine kuvvetli âlim, Allah’ın
sağlam ipi, âriflerin boyun eğdiği İmam Aliyyü’l-Hâdiyyü’l-Emîn üzerine olsun. Ve
yine dosdoğru bir yol ve sürekli bir nur üzere olan vefalı âlim İmam Hasan el-Askerî
üzerine olsun. Ve yine dinleri açıkça gösterip iman nuru üzere olan ve Kur’an’ı tefsir
eden İmam Muhammed ibni’l-Hasan el-Mehdî üzerine olsun. Ve yine zamanın sahibi,
insanların ve cinlerin efendisi, gözlerin nuru, cahilliği, zulmü ve kötülüğü engelleyen
Hz. Peygamber’in, ailesinin ve soyunun (geçmişlerinin) tamamı üzerine olsun.
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2014 / 70
Bülent AKIN
28
Bu şecere, Âdem (üzerine selam olsun) oğlu Şît (üzerine selam olsun) oğlu ?
oğlu Âdem oğlu Sehlâyil oğlu Hânûh oğlu Nûh oğlu Mâlik oğlu Nûh oğlu (selamın
en üstünü üzerine olsun) Sâm oğlu Efhaş oğlu Şâluh oğlu ? oğlu Âmir oğlu Erva’
oğlu Semâ’ûn oğlu Nâhûr oğlu Târuh oğlu Âzer oğlu İbrâhim Halîl (üzerine selam
olsun) oğlu İsmâil (üzerine selam olsun) oğlu Kaydâ oğlu Haml oğlu Übeyy oğlu
Kâli’ oğlu Elyasa’ oğlu Evd oğlu Edû oğlu Adnan oğlu Ma’din oğlu İlyas oğlu Müdrik
oğlu Mehr oğlu Huzeyme oğlu Kinâne oğlu Muzar oğlu Mâlik oğlu Fihr (Kureyş)
oğlu Lüey oğlu Ka’b oğlu [Mürre oğlu] Kilâb oğlu Kusay oğlu Abdulmuttalib oğlu
Ebû Tâlib (Aliyyullah?) Hâşim oğlu Ali oğlu Hüseyin oğlu İmâm el-Masum Zeyne’lÂbidîn
oğlu oğlu Zeydü’ş-Şehbâ (Şehid) Seyyid Hüseyin Zi’l İbre (ibret sahibi) oğlu
Seyyid Yahyâ Ekber oğlu Seyyif Yahyâ Asgar oğlu Seyyid Ali oğlu Seyyid Kâsım
oğlu Seyyid Musa oğlu Seyyid Şerefeddin oğlu Seyyid Cafer oğlu Seyyid Nureddin
oğlu Seyyid Ahmed oğlu [Ahsen Seyyid Muhammed/Ahmed?] oğlu Seyyid Mahmûd
oğlu Seyyid Şemseddin oğlu Seyyid Receb oğlu Seyyid Hâce torunu Seyyid Hüseyin
oğlu Seyyid İlyas’ın şeceresidir. Tamam oldu.
Seyyid Receb oğlu Seyyid Hâce oğlu Seyyid Hüseyin oğlu Seyyid İlyas’ın
şeceresidir. Muhakkak ki, o soyu açık (nesebi sahih) olan bir seyittir. Bunda şüphe
ve belirsizlik yoktur. Her kim ki O’nun nesebinden şüphe ederse O (bir sözcük
okunmuyor) ’na Müste’ân olan Allah’tandır. Yüce Allah sağlam (muhkem) ve yüce
kitabında (Kur’an’da) şöyle buyurmuştur: “Her kim bir iyilikle gelirse kendisi için
onun on misli vardır (En’âm 6/160”, “Ve iyilikte bulununuz (Bakara 2/195)”, “Yüce
Allâh iyilik yapanların mükâfatını zâyi etmez (Tevbe 9/120)”.
Bu tam bir şeceredir. Hicrî 544 senesinin mübarek Zilkade ayında yazıldı.
Allah’ın övgüsü Muhammed’in hayırlı yaradılışına ve bütün ailesinin üzerine olsun.
Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.
Seyyid Musa oğlu Sâlih
Seyyid Hüseyin oğlu El-Muhtez (Ahmed)
Seyyid İsmâil oğlu Sadi
Seyyid Behlûl oğlu Sâdık
Der-kenâr 1
İçine baktığımda hakkıyla bilgi sahibi oldum ve mübarek bir nesebe muvafakat
ve latîf bir asla mutabakat buldum, hâli üzere bıraktım. Bunu fakîr Seyyid Ahmed,
Diyarbakır şehrinde nakîb, İstanbul’da nakîbü’l-eşrâf kâimmakâmı, yazdı. Allah
O’nu affetsin.
Mühür: Allah’a bana verdiği nimetler için hamd ederim.
Der-kenâr 2
Bu şecere, aslı asîl, fer’i yüce ve melekler ve vahiyle müşerref olan ve güzel
kokan Hz. Muhammed, Allah’ın övgüsü ve selamı O’nun üzerine ve ailesinedir, ululuk
ve kıymet sahibidir. [Bu şecereyi] Diyarbakır şehrinde yaklaşık Hicrî 1021 civarında
gördüm. Onu kabul ettim, geçirdim (tasdik ettim) ve aslını sahibi olan Seyyid İlyas
e’s-Mersum oğlu Seyyid Hüseyin oğlu Seyyid Muhyiddîn’e teslim ettim. Bu şecere
ALEVİ OCAKLARI İLE İLGİLİ TESPİT EDİLEBİLEN EN ESKİ TARİHLİ BELGE: AĞUİÇEN OCAĞI ŞECERESİ
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2014 / 70 29
sahibinin soyu meşhurdur ve bunda hile yoktur. Muhakkak ki o Hz. Peygamber ve
ailesiyle Cennet’e girmek üzere A’raf’ta bir araya geldi. Bendeniz, Allah’ın fakiri
Seyyid Abdulkâdir bin Seyyid Muhammed Halep şehrindenim. Allah onu affetsin.
Mühür: Okunmuyor.
Derkenar 3
Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla
Zeyne’l-âbidîn oğlu Zeyd torunu Hüseyin zi’d-Dem’a. Soyu yayılmıştır
ve onun nesebi bellidir. Onu Âtife e’l-Hasan Sermezâyî’nin torunu İbrâhim bin
Muhammed Ali yazdı.
Mühür: Okunmuyor.
Derkenar 4
Zeyne’l-âbidîn oğlu Zeyd torunu Hüseyin zi’d-Dem’a. Soyu yayılmıştır ve
onun nesebi bellidir. Onu Lutfullah oğlu İdrîs el-Hasan Mûsevî el-Berr torunu Sultân
yazdı.
Mühür: Okunmuyor.
Derkenar 5
Zeyne’l-âbidîn oğlu Zeyd torunu Hüseyin zi’d-Dem’a. Soyu yayılmıştır ve
onun nesebi bellidir. Onu, âcizâne Hüseyin e’l- Mahm’ul ¤İķāb oğlu Nasruddîn oğlu
Hüseyin yazdı.
Mühür: Okunmuyor.
Derkenar 6
Zeyne’l-âbidîn oğlu Zeyd torunu Hüseyin zi’d-Dem’a. Soyu yayılmıştır ve
aile sahibidir. Onu âcizâne Âtife Hüseyin e’l-Mûsevî e’l-Hâmî oğlu Reşîd Sâlih
yazdı.
Mühür: Okunmuyor.
Derkenar 7
…rde Cāmi¤-i Kebìr ķapusının Ģācì ¤Ośmān andan Ķašır belinde … vuŝūl
(eksik)
Bu yazının alt kısmında 1642, 1142 ya da 8642 şeklinde okunabilecek bir
rakam mevcuttur. Rakamın altına bir çizgi çekilmiş ve altına Arapça Mim “ م” harfi
konulmuştur.
Ek-2. Şecerenin Transkripsiyonlu Metni
En üstte bulunan ilk üç satır okunamayacak durumda.
İlk mührün ortasında; “El-mülk-i li’llāh Muģammeden Resūli’llāh ¤Aliyyü’n
Veliyū’llāh”, bu yazının çevresindeki ilk çemberde “Nādı Aliyyü’n mazharu’l ¤acāib
Tecidhu ¤avnen leke fi’n-nevāib külli hemmin ve ğammin se-yencelì bi-velāyetike yā
¤Alì yā ¤Alì yā ¤Alì”, dış çemberinin en üstünde ise, Allah yazısı ve sırasıyla On İki
İmamların adları yazılıdır.
Bu mührün altında, karşılıklı olarak bulunan iki mühürde, çemberin ortası
okunamayacak durumdayken çemberin çevresinde sırasıyla On İki İmamların adlarına
yer verilmiştir.
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2014 / 70
Bülent AKIN
30
Üçüncü sıradaki karşılıklı mühürlerin ortasındaki yazı okunamamakla beraber,
dış çemberdeki yazı kısmen okunabilmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla burada da On İki
İmamların adları zikredilmiştir.
ve’l-¤ulūmi ve’l-mersūmi bi-emri’llāh e’l-mesmūmi e’l-İmām e’l-Ģasan ibni
¤Aliyyü’l-mesmūm ve ¤ale’l-menheci’l-melìģ ve’l-lisāni’l-faŝìģ mužhiru’l-ĥafā ve’ŝŝarìģ
e’l-İmām e’l-Ģüseyn bin ¤Alì źebihì ¤ale’l-ķā’imi bi-ģudūdi Rabbi’l-¤ibādi e’ddā’imu
bi-emri’llāhi źuĥren li-yevmi’t-tenād e’l-İmām ¤Alì bin e’l-Ģüseyn Zeyne’l-
¤ibād ve ¤ale’l-ģaķķi’l-bāhir ve’l-miŝbāģi’n-nā’ir e’l-İmām Muģammed Bāķır
ve ¤ale’l-lisāni’n-nāšıķ ve’l-aŝli’l-bāsıķ efēalu’l-meġārib ve’l-meşārıķ e‘l-İmām
Ca¤feru’ŝ-Ŝādıķ ve ¤ale’l-ĥabìri’l-¤ālim ve’n-nūri’l-ģākim e’l-İmāmu’l-Kāžım ve
¤ale’s-seyfi’l-mütenaŝŝır ve’l-¤urveti’l-vüśķā e’l-İmām ‘Aliyyü’r-Rıżā ve’l-hādì ve’rreşād
ve mülhemü’s-sedād e’l-İmām Muģammedü’l-Cevād ve ¤ale’l-¤ālimi’l-mekìn
ve ģabli’llāhi’l-metìn ve münķadi’l-¤ārifìn e’l-İmām ¤Aliyyü’l-Hādiyyü’l-Emìn ve
¤ale’ŝ-ŝırāši’s-sevì ve’n-nūri’l-muēì ve’l¤ālimü’l-vefì e’l-İmām el-Ģasan e’l-¤Askerì
ve ¤ale’n-nūri’l-ìmān ve mužhiri’l-edyān ve müfessiri’l-Ķur’ān el-İmām Muģammed
ibni’l-Ģasan el-Mehdì ŝāģibu’z-zamān ve seyyidü’l-ins ve’l-cānn ve ķurretü’l-a¤yān
ve mā[ni¤]u’l-cevri ve’ž-žulmi ve’l-¤udvān ŝalla’llāhu ¤aleyhi ve ¤alā ābā’ihì ve
ecdādihì ecma¤ìn.
ALEVİ OCAKLARI İLE İLGİLİ TESPİT EDİLEBİLEN EN ESKİ TARİHLİ BELGE: AĞUİÇEN OCAĞI ŞECERESİ
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2014 / 70 31
Hāźe’n-nesebü li’s-Seyyid İlyās bin Seyyid Ģüseyin ibni’s-Seyyid Ĥˇāce
bin Seyyid Receb bin Seyyid Şemsü’d-dìn bin Seyyid Maģmūd bin [Ahsen Seyyid
Muhģammed/ Aģmed?] ibni Seyyid Aģmed bin Seyyid Nūrü’d-dìn bin Seyyid Ca¤fer
bin Seyyid Şerefü’d-dìn bin Seyyid Mūsā bin Seyyid Ķāsım bin Seyyid ¤Alì bin Seyyid
Yaģyā Aŝġar ibni Seyyid Yaģyā Ekber ibni Seyyid Ģüseyin źi’l-¤ibre (źì šum¤ihi) bin
Zeydü’ş-Şehbā (Şehid) İmām e’l-Ma¤ŝūm Zeyne’l-¤Ābidìn bin ¤Alì bin e’l-Ģüseyin
bin ¤Alì bin Ebì Šālib ¤Aliyyullāh bin Hāşim bin ¤Abdü’l-muššalib bin Ķuŝay bin
Kilāb bin [Mürre bin] Ka¤b bin Lüey bin Fihr bin Mālik bin Mužar bin Kināne bin
Ĥuzeyme bin Mehr bin Müdrike bin İlyās bin Ma¤din bin ¤Adnān bin Edū bin Evd
bin Elyasa¤ bin Ķāli¤ bin Übeyy bin Ģaml bin Ķaydā bin İsma¤ìl (¤aleyhi’s-selām)
bin İbrāhìmü’l-Ĥalìl (¤aleyhi’s-selām) bin Āzer bin Tāruĥ bin Nāĥūr bin Semā¤ūn bin
Erva¤ bin ¤Āmir bin ? ibni Şāluĥ ibni Efĥaş bin Sām bin Nūģ ¤aleyhi efēali’s-selām
ibni Mālik bin (Nūģ bin Ĥanūĥ) bin Sehlāyil bin Ādem bin ? bin Şìt ¤aleyhi’s-selām
ibni Ādem ¤aleyhi’s-selām. Temme.
Nesebü Seyyid İlyās bin Seyyid Ģüseyin bin Seyyid Ĥˇāce bin Seyyid Receb.
İnnehū seyyidün ŝaģìģu’n-neseb lā-şekke fìhi ve lā-şübhe fe-men şekke fì nesebihì fehüve
? min-Allāhi’l-müste¤ān. Ķala’llāhu sübģānehū ve te¤ālā fì muģkemi kitābihi’l-
¤azìz: {Men cā’e bi’l-ģaseneti fe-lehu ¤aşru emśālihā} {ve aģsinū’} {inne’llāhe lāyużì¤
u ecra’l-muģsinìn}.
Ìn nesebest tāmmì. Muģarrer geşt der-tārìĥ-i māh-ı mübārek-i źi’l-ķa¤deti’lmübārek
sene erba¤a ve erba¤ūne ve ĥamsemi’etiyye nebeviyye hicriyye ve ŝalla’llāhu
¤alā-ĥayri ĥalķihì Muģammed ve ¤alā ālihì ecma¤ìn. Ve’l-ģamdu li’llāhi Rabbi’l-
¤ālemìn.
Seyyid Ŝāliģ bin Mūsā
Seyyid El-Muhtez Aģmed bin Ģüseyin
Seyyid Sādi bin İsmā¤ìl
Seyyid Ŝādıķ bin Behlūl
[Der-kenâr 1]:
Lemmā nazartü bi-māfihi ve iššala¤tü ¤alā-ģaķķi fìhi fe-vecedtü muvāfıķan
li’n-nesebi’ş-şerìf ve mušābıķan li-aŝlihi’l-lašìf fe-emžaytü ¤alā-ģālihì. Ģarrerehu’lfaķìr
e’s-Seyyid Aģmed e’n-Naķìb bi-Āmedi’l-maģmiyyeti ķā’immaķāmu naķìbi’leşrāf
bi-Ķosšanšiniyye. ¤Ufiye ¤anhu.
Mühür: Ahmadu’llāh ¤ala ? enām.
[Der-kenâr 2]:
e’l-Ģamdü li’llāhi
Hāźihì şecere aŝluhā aŝìl fer¤uhā nebìl ve mu¤aššar bihā errhu Celil bi-
Muģammed mehbati’l melaike ve vāģiy ve’t-tenzìl ŝalla’llāhu ¤aleyhi ve Ālihì
źü’l-ķadri ve’t-tebcìli aržuhā semāvāte ve’l-arž. Fe-nažartü bi-Āmedi’l-maģmiyyeti
fì ģudūdi sene ve elf vahedi ve ¤ışrìne el-hicriyye nebeviyye bi-ismihā ¤alā-aŝlihā
min-nesebi’l-ensāb ferā’iz ģāletuhū ¤ani’l-irtiyāb. Fe-ķabiltuhā ve emžaytuhā ve
eslemtuhā aŝlen ŝāģibuhā e’s-Seyyid Muģyi’d-dìn bin e’s-Seyyid Ģüseyin bin e’sTÜRK
KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2014 / 70
Bülent AKIN
32
Seyyid İlyās el-Mersum. Hāźe’ş-şecere fe-hüve ģadduhu e’ş-şehìr min-¤ašretihi ve
lā-tezvìre ? li-sādāti innehū cemu¤nā bihim fi’l-cenneti ¤ale’l-a¤rāfi bi-Muģammed ve
Ālihì. Ve ene’l-faķìru’llāhu’l-Ġanì e’s-Seyyid ¤Abdu’l-ķādir bin Seyyid Muģammed
Naķìb bi-Ģalebi’l-maģmiye. Afa’llāhu ¤anhu.
[Der-kenâr 3]:
Bismillehirraģmānirraģìm
e’l-Ģüseyin źi’d-Dem¤a ibni Zeyd bin Zeyne’l-¤ābidìn ve lehu ¤aķabu
münteşir. Ve hüve ŝāģibu’n-neseb. Ģarrerehū İbrāhìm bin Muģammed ¤Alì ibni
¤Ašìfe e’l-Ģaseniyyi’s-Sermerāmì
[Der-kenâr 4]:
e’l-Ģüseyin źi’d-Dem¤a ibni Zeyd ibni Zeyne’l-¤ābidìn ve lehu ¤aķabu
münteşir. Ve hüve ŝāģibu’n-neseb. Ģarrerehū Sulšān ibni İdrìs e’l-Ģasenì e’l-
Mūsevi’l-Berr bin Lušfi’llāh.
[Der-kenâr 5]:
e’l-Ģüseyin źi’d-Dem¤a ibni Zeyd ibni Zeyne’l-¤ābidìn ve lehu ¤aķabu
münteşir. Ve hüve ŝāģibu’n-neseb. Ģarrerehū e’l-Faķìr Ģüseyn bin Naŝru’d-dìn bin
e’l-Ģüseyn e’l-Mahm’ul ¤iķāb.
[Der-kenâr 6]:
e’l-Ģüseyn źi’d-Dem¤a bin Zeyd bin Zeyne’l-¤ābidìn. Ve lehu ¤aķabu münteşir.
Ve hüve ŝāģibu’l-beyt. Ģarrerehū e’l-faķìr e’r-Reşìd Ŝāliģ bin ¤Ašìfe e’l-Ģüseyn e’lĢāmì.
[Der-kenâr 7]:
…rde Cāmi¤-i Kebìr ķapusının Ģācì ¤Ośmān andan Ķašır belinde … vuŝūl
(eksik)