İMAM ALİ(Aleyh-is Selam)

 

 

 

Hasan-ı Basri İmam Ali'nin (a.s.) vasfında şöyle demiş:

 

"Onlara yolu gösterdi ve din saptırılmışken dini ihya etti."

 

 

              Emir-ul Müminin Ali b. Ebi Talib hakkinda daha çok bilgi sahibi olduğumuzu iddia ediyoruz ve belki de Hz. Ali'yi (a.s.) diğer imamlardan daha iyi tanıyoruz fakat hakikatta o hazre-tin gerçek hayatı hakkında daha az bilgimiz var, bunun asıl nedeni, o hazretin hayatının pek parlak ve çok boyutlu ol­duğundan genel ve değişmeyen bir derlemeyle onu göster­mek çok zordur. Ama çoklukta bir "tek" ve hakikatta bir 'tek" şeklinde olan bir çokluk olarak farklı boyutlarda onu algılayamayız ancak olabildiğince geniş çaplı ama hareketleri, huyla­rı, sıfatları, amaçları, sözleri ve tutumlarını bir araya toplaya­rak ve titizlikle düşünmeliyiz. Bunu yaparsak bile o hazretin şahsiyetinin sadece bir kısmını, o da eksik olarak tanımış ve onu tanıma yolunda henüz bir sokakta kalmış olduğumuzu anlayacağız...

 

KISA BİR BİLGİ

Adı Ali (a.s.), babasının adı Ebu Talib (gerçi aslında Ebu Ali olmalıydı), annesi, Esed'in kızı Fatıma, doğum yeri Mekke-i Mükerreme'deki Kabe, doğum tarihi Peygamberin hicretin­den takriben 24 yıl önce, eğitildiği yer Peygamber'in evi, Rasulullah'ın (s.a.a.)'in ve Hz. Hatice'nin kucağı.

 

29)  ibn-i Ebi Şebih'in "EI-Müsennefi c: 12, s: 83.

 

        ... Çocukluk dönemini Peygamberin evinde tamamladı, çünkü babası çok nüfuslu ailesinin yaşam şartlarını yüklene-mediğinden, Peygamber onun evlatlarından birini kendi evinde büyütmesini istedi ve kendisine Hz. Ali'yi aldı. Bu, Ebu Talib'in, önceleri -öksüz bir çocuk olarak- onun hakkın­da yaptığı iyiliklerin karşısında, kendisinin Ebu Talib'e yaptığı bir yardım idi; aslında bu iftiharın Ali'ye (a.s.) nasip olması Al­lah'ın dileği idi. Bir iftihar ki, Fatıma'dan (a.s.) başka hiç bir kimse bu iftihara sahib olamadı.

 

ALİ'NİN   (a.s.)   İMAN  EDİŞİ

  En güvenilir, en asîl tarih ve hadis kaynaklarınca Pey-gamber'e iman eden ilk şahıs Emir-ül Müminin idi. Gerçi da­ha sonraları siyaset pençesi bu hususda birtakım şüpheler yaratmak istemişse de -eski ve yeni- tarih ve hadis kitapları açıkça bu konuyu belirtmiş, hiç bir şüphe ve tereddüte yer bırakmamıştır30.                                         

 Bazıları bunu kabul ederek, o koşullar altında bir çocuk olarak İmam'ı tanıtmakla böyle bir işin ehemmiyetini azalt­maya çalışıyorlardı31. Ama İmam'ın o durumdaki düşünce olgunluğunu bildiren yeterli deliller mevcuttur ve hatta İmam'ın yaşı da bu sorunu iyice aydınlatıyor.

 Muhammed b. Abdullah el-İskafi, değerli "el-Mi'yaru vel-Müvazene" kitabında bu hususu ele almıştır. Özet olarak ak­tarıyoruz. Şöyle yazıyor:

 

        Peygamberin (s.a.a.) Ali'yi (a.s.) İslam'a nasıl davet et­tiğini gördüğümüzde o zaman kendisinin baliğ ve âkil olduğu­nu ve Peygamberin açısından İslamı kabul etmesinin ona farz olduğunu iyice idrak edebiliyoruz. Çünkü o, çocuk olsaydı  üzerine bir hüküm farz olmazdı; özellikle ki o zaman İs­lam'ın başlangıcı idi, halkın kendi çocuklarını İslamı kabul et­meleri için eğitmelerini gerektiren İslam'ı bir toplum mevcut değildi. Peygamber, o dönemde İslamı bilinç ve şuurla kabullenecek kimselere ihtiyaç duyuyordu.

30)   "el-Gadir" kitabı, c: 3, s: 221 den itibaren/imamın kendisi bir çok yerlerde  "Resulullah'a ilk olarak teslim olan, iman eden benim" buyur­muştur. İbn-i Ebil-Hadid'in Şerh-i Nehc-ül Belagası, c: 3, s: 258, Beyrut baskısı/veya "Resulullah'ın beraberinde ilk namaz kılan benim" - "el-İstîâb, c: 2, 458/veya "Halk İslama gelmeden yedi yıl önce ben İslama yönel­dim" - er-Riyaz-un Nazire, c: 2, s: 158.

 31)   İbn-i Ebi Ya'li'nin "Tabakat-ul Henabjle'si, c: 1, s: 34.

Daha sonra şunları ekliyor.

 Eğer biri, "o nasıl bulûğ çağına ermiş olabilirdi oysaki İs-lamda erkek çocuğu on beş yaşında baliğ olabilir" derse ce­vaben şöyle denilebilir: İslamda bulûğ çağına ermenin en son haddi on beş yaşıdır, çünkü bu yaş da aklı en az olan erkekler bile baliğ olurlar. Bu son merhalenin ilk ve orta mer­halesinin de bulunduğu malumdur. O halde on beş yaşından önce de birinin bulûğ çağına ermesi kabul edilebilir. O hazret İslamı kabul ettiğinde on üç yaşında idi ve bu dönem de ba­liğ olmanın ilk merhalesidir.

        İskafi sözünün devamında ehl-i sünnetin, «Ali (a.s.) Pey­gamberin namazını görünce bu amel hakkında peygamber­den sordu. Peygamber (s.a.a.) "Ya Ali! Bu, Allah'ın dinidir" buyurdu ve daha sonra bunu kabul etmesini Ali'den istedi. Ali b. Ebi Talib (a.s.) "Bunun hakkında bir gece düşünmeme müsaade et" dedi» rivayetini ekleyerek, "böyle bir cevap.bir çocuktan beklenmez" söylüyor32.

 İmam'ın kaç yaşında iman ettiği hususunda, yedi yaşın­dan onaltı yaşına kadar muhtelif görüşler var, yukarıdaki iba­rette İbn-i İskafi on üç yaşını kabullenmektedir33.

 İmamın yaşının azaltılıp çoğaltılması bunun ayrıntılı ola­rak bilinmemesinden kaynaklanabilir ancak bunun yanı sıra başka bir takım özel amaçların da mevcut olduğu dikkati çekmektedir. Meselâ, onun İslamı kabul etmesini değersiz göstermek için onu baliğ olmayan bir çocuk olarak tanıtmala­rı veya onun cahiliyet dönemi hakkında hiç bir ahdi olmadığı

 32)    "el-Mi'yaru vel-Müvazene" s: 67 den itibaren, Beyrut basımı,

 Mahmudi'nin tahkiki.

 33)   "el-İmam Ali b.   Ebi Talib"  Tarih-i Dimeskten çeviri,  c: 1, s: 41

 

ila 46.

 

 

 

(hatta onun on üç yaşında olduğunu kabul etsek bile yine du­rum değişmiyor) neticesini almaları için onu bir çocuk olarak tanıtmaları gibi; aynen yaşını çok göstermede de bunun aksi söylenebilir.

 

 

 

        Eğer "evset-ul umuru" (her işte orta yolu) seçmeyi kabul edersek dolayısıyla İskafi'nin sözünü yani, Ali b. Ebi Talibin (a.s.) on üç yaşı civarında olduğunu kabullenmeliyiz, bilhassa "inzar vak'asında"34 yakınlarına yemek vermeği istediğinde yemek hazırlama görevini Ali'ye (a.s.) verdi ve bisetten üç yıl geçtikten sonraki bu vak'ada kesinlikle Ali (a.s.) bu görev kendisinden beklenilecek bir yaş da olmalıydı.

 

 

 

        ALİ (a.s.) PEYGAMBERİN (s.a.a.) YANINDA

 İmamın hayatı bir kaç zaman dilimine bölünebilir. Birinci bölüm: İmamın, Rasulullah'ın (s.a.v.) kendi denetimi altında eğitilmesinden, başlayıp Aziz Peygamberin ölümüne dek de­vam ediyor.

 

        Bu zaman diliminde Ali'nin (a.s.) Peygamberle (s.a.a.) omuz omuza olmadığı bir zaman çok az, bulunabilir, Ali'nin (a.s.) olmadığı bir sahne çok az gerçekleşebilir. Daha sonra­ları Peygamber Ekrem (s.a.a.)'in kendisi ile Ali (a.s.) arasında meydana getirdiği kardeşlik bağından gerçekçi bir yorum göstermek istersek, kardeşliği, bu iki şahısın aynen iki kardeş gibi yaşamın bütün aşamalarında sürekli beraber ve yan yana oluşlarının bir örneği, alameti olarak kabul etmeliyiz.

 

İmam bu beraberliği birçok cümlelerde ve güzel teşbih­ler kalıbında açıklayarak bu beraberliğin eserleri olan, Rasu­lullah'ın (s.a.a.) ilim ve amelinin Ali'ye (a.s.) aktarılmasını ve Rasulullah (s.a.a.)'in kemalatının imamda tecelli etmesini Şöyle anlatıyor:

 

         "Ben, annesini takib eden bir deve yavrusu-gibi Pey-gamber'i izliyordum"35.

 34)    Peygamberin, davetini duyurmak için yakın akrabaların» davet etmesi "İnzar Vak'asıyla" meşhurdur, aynı zamanda bu tabir   "yakınlarını uyar, korkut" ayetine de işarettir.

 

35)  Nehc-ül Belağa - Hutbe: 190, Tesnif-i Nehc-ul Belağa, s: 355.

  Bunların arasında olan böyle derin ve sağlam bağlılığın neticesini İmamın kendisi şöyle izah ediyor:

 

       "Allah'ın ve Resul'ünün karşısında bir lahza bile muhale­fet etmedim (tereddüte düşmedim)"36.

 

        Bu yakınlık, İmam'ın, Resulullah'ın (s.a.a.) uçsuz bucak­sız ilim ve bilim denizinden yeterince faydalanması için bir fır­sat idi. Kendisi şöyle buyuruyor:

 

       "Karşılaştığım her meçhul konu hakkında Peygamberden sorup cevabını ezberledim."37

 

       Peygamber (s.a.a.) ilmin şehri Ali (a.s.) de onun kapısı olması doğaldır. Çünkü Ali (a.s.) böyle bir ilim deryasıyla dai­ma doğrudan doğruya bağlantısı olan tek şahıs idi.

 

Ve bu bağlılığı daha da sağlamlaştırmak için Peygamber (s.a.a.) onu kendine kardeş .edindi ve bu eşitlik ve kardeşliği şöyle dile getirdi "Ali bendendir". Cebrail de "ben de siz iki-nizdenim" dedi38. Böyle bir bağlılığı gören halk, kendileri ile     Peygamber (s.a.a.) arasında Ali'yi (a.s.) vasıta kılıp kendi so­rularını onun aracılığıyla Peygamberden (s.a.a.) soruyorlar­dı39.

 

        Ebu Said-i Hudri bu bağlılığı şöyle vasfediyor:

 

        "Peygamberle (s.a.v.) görüşmek için Ali'nin (a.s.) özel bir vakti var idi ve ondan başka hiç bir kimse bu makama sahip değildi"40.

 

         Ali (a.s.)'den "neden diğer sahabeden daha çok pey­gamberden hadis naklediyorsun?" sorulduğunda, şöyle ce­vap veriyordu:

 

        "Çünkü ondan soru sorduğumda cevabımı veriyordu ve suskun durduğunda ise kendisi söze başlıyordu."41

 

36)   Hutbe: 195, Tesnif-i Nehcül Belağa, s: 357.

 

37)  Nehc-ül Belağa, Hutbe: 208.

 

38)   Hayat-us Sahabe, c: 1. s: 559.

 

39). et-Teratib-ul İdariyye, c: 1, s: 58-59.

 

40)   Ensab-ul Eşraf, c: 1, s: 98, Mahmudinin tahkiki/Müsennef-i Ab-durrazzak, c: 10, s: 141.

 

41)   Ensab-ul Eşraf, c: 1, s: 98.

 

 

Peygamberle olan böyle bir bağlılığını ve bu bağlılığın imamın ilminde yarattığı besbelli etkileri vurgulayan deliller­den biri de imamın, Kur'an ayetlerinin iniş sebeplerini ve on­ların tefsirini inceden inceye bilmesidir.

 

        "And olsun Allah'a inen her ayetin kimin hakkında ve ne­rede indiğini biliyorum."42

 

        Peygamber (s.a.a.) tebliğe ve risaletini duyurmaya meşgul olduğu süre boyunca, imam, ona fedakâr bir yaver ve yardımcı olmaya çalışıyordu. Peygambere, açıkça inzar (uyarı) emri verildiğinde ve o da yakınlarını İslama davet et­mek istediğinde, Ali (a.s.) peygamberin sağ kolu olarak bu toplantıyı düzenledi ve kendisi de o topluluğun içinde vefa-darlığını yeniden sağlamlaştırdı.

 

         Ebuzer gibi şahıslar Mekke'de şaşkın şaşkın peygambe­rin evini ararlarken, Ali (a.s.) şecaatli, cesaretli bir genç ola­rak bütün korunma yöntemlerini titizlikle riayet ederek onları gizlice Resul Ekrem'in (s.a.a.) bulunduğu yere götürüyordu.

 

         Peygamber, ekonomik ambargoya ve Kureyş ile aile bağlarının kesilmesine mübtela olup Ebi Talib deresinde kuşatılmışken, peygamber ve beraberindekilerinin yiyecekle­rini temin etmek için binlerce zahmete katlanıp zor ve çetin yolları kaleden kimselerden biri de Ali (a.s.) idi43.

 

          Peygamber, kendi görevi olan ilahi daveti duyurmak için Taife ve Mekke'nin etrafındaki diğer bölgelere gittiğinde, pey­gamber tek kalmasın ve muhtemel zorluklar ve sıkıntılarda yardım etsin diye onun yanında giden de Ali idi.

 

Müşrikler, Peygamberin tebliği baskısında kalıp Resulullah (s.a.a.) davetine devam ettiği taktirde kendi güçlerini kay­bedeceklerini anlayınca Peygamberi öldürmek için bir komp­lo düzenlediler. Resulullah'ın (s.a.a.) fedakâr dostu Ali (a.s.), Peygamber ile birlikte bu komploya karşı koymak için feda­kârlık gerektiren bir plan hazırladılar. Ali (a.s.) Peygambere o kadar aşık idi ki Resulullah'ı (s.a.a.) tehlikeden kurtarmak

 42)   Ensab-ul Eşraf, c: 1, s: 99.

 

43)   el-Mi'yaru vel-Müvazene, s: 88.

 

için kendini tehlikeye atmayı canı gönülden kabullendi. Pey­gamber Medine'ye hicret ettiği zaman, halkın Peygambere en yakını Ali (a.s.) olduğundan emanetleri sahiplerine teslim et­mek vazifesine ilaveten müşriklerin tehdidine maruz kalan peygamberin ailesini de bir kaç gün sonra alıp Medinet-ün Nebi'ye doğru yola düştü. Peygamber ise kardeşi Ali (a.s.)'la birlikte Medine'ye girmek için Ali (a.s.) gelinceye kadar Yes-rib'in yakınında onu bekledi.

 

       Bu bağlılık, Ali (a.s.)'nın Rasulullah'ın (s.a.a.) kızı Fatıma Zehra (a.s.) ile evlenmesiyle daha da kök saldı. Bu mübarek evliliğin semeresi de, Peygamberin bütün vücuduyla sevdiği ve onlara "kendi evladım" diye hitap ettiği kimseler oldu44. Bu­nun nedeni sırf Fatıma (a.s.) değil, Ali'nin (a.s.) de katkısı var­dı. Çünkü Peygamber kendisini ve Ali'yi (a.s.) bir ağaçtan ve başkalarını ise diğer, farklı ağaçlardan biliyordu.

Aişe'den "Rasulullah (s.a.a.)'ın yanında halkın en sevilenleri kim idi?" diye sorulunca şöyle dedi:

       "Erkeklerden Aliye kadınlardan ise Fatıma'ydı."45

 Ali (â.s.)'ın evi Peygamber'in (s.a.a.) evine öyle yakın idi ki Abdullah b. Ömer, bunu, Ali (a.s.)'ın Peygamber (s.a.a.) ile çok çok yakın bağlılığına bir şahit olarak telakki ediyordu46. Zeyd b. Sabit, Ali (a.s.) ile olan onca muhalefetine rağmen bu bağlılığı kabul ediyordu47.

 İmam'ın Sadr-ı İslam'daki savaşlara katılması hakkında . yeterince söz söylenmiştir. Bedir, Uhud, Hendek ve daha sonraları gerçekleşen Huneyn savaşı, İmamın fedakârlık, şehamet, (akıl ve zekâ ile birlikte olan cesaret) ve candan geçmişliği ile dolu sahnelerdir. Bedir savaşında müşriklerin ölülerinden yarısını o öldürdü. Uhud savaşında çoğu müslü-manlar meydandan kaçmalarına rağmen Ali (a.s.) başka bir-

 

44)    Beni Ümeyye ve Beni Abbas sonraları bunu inkâr ettiler... el-Hayat-us Siyasiyye lil-lmam-il Hasan (a.s.) bakınız.

 

45)   Tarih-i Gürcan, s: 218/Rabi'ul Ebrar, c: 1, s: 821.

 

46)   Ensab-ul Eşraf, c: 2, s: 180-181.

 

4?)  Müsennef-i Abdurrazzak, c: 10, s: 141/Futuh-u İbn-i A'sem, c: 2,

 

s: 165.

 kaç kişi ile Rasulullah'ın (s.a.a.) yanında kalıp onu ve İslamı korudular. Hendek savaşında Amr b. Abdivud'u öldürmekle cinlerin ve insanların ibadetinin sevabı kadar kendi sevabına artırdı ve çoğu savaşlarda İslam ordusunun bayraktan Ali (a.s.) idi"8

 Ali (a.s.)'ın Peygamberin yanındaki yaşantısı hakkında bilgisi olan biri, onun İslam'ı yaşatmak ve yaymak uğrunda nice zahmetlere katlandığını iyice anlayabilir. Evet, İslamı ve Peygamberi korumak için halkın arasında en çok çaba sarfe-den sadece Ali, babası Ebu Talib ve kardeşi Cafer idi49.

Savaşlarda Ali (a.s.)'ın gösterdiği yiğitlik o derecede idi ki bazı araplar "Ali (a.s.)'ın aralarında bulunduğu bir grup bize saldırdığında biz birbirimize vasiyetimizi ediyorduk" diyorlardı50.

 

Ahmet b. Hanbel Ali (a.s.)'ı vasfetmek istediğinde şöyle diyordu:

 "Ali (a.s.)'dan başka hiçbir sahabe sahih senet ve yollar­la Peygamber'den (s.a.a.) fazilet nakletmemiştir"51

 Aynı şekil dört Ehl-i sünnet mezheplerinden birinin imam ve önderi olan ve ehli sünnetin yanında değer verilecek bir il­mî şahsiyete sahip bulunan Ahmet b. Hanbel'in yanında Ali (a.s.) ile diğer halifeler arasında mukayese edildiğinde şöyle diyordu:

"Ebu Taiib'in oğlu ile kimse kıyaslanmaya layık değildir52.

  

Hanbelilerin imamı tarafından tefsir edilen İmam Ali (a.s.)'m faziletlerinden birini nakletmek yerinde olur. Muhammet b. Mansur et-Tûsi şöyle diyor:

 49)   ibn-i Ebil-Hadid'in Şerh-i Nehc-ul Belağası, c: 7, s: 174.

 

48)   Hayat-us Sahabe, c: 2, s: 514-515/Ensab-ul Eşraf, c: 2, s: 91-94.

 

50)   Rabi'ul-Ebrar, c: 3, s: 319.

 

51)    Menakib-i Ahmet b. Hanbel, l-ibn-il cüzi, s: 160-163/ibn-i Ebi Ya'li'nin "Tabakat-ul Hanabile"si, c: 1, s: 319.

 

52)    ibn-i Cüzi'nin telif ettiği, Menakib-i Ahmet b. Hambel, s: 160-163.

 Ahmet b. Habel'in yanında idik; bu anda biri ondan sordu: "Ali (a.s.)'ın söylediği ri­vayet edilen "ben cennetle cehennemi bölenim" hadisi hakkındaki görüşünüz nedir?                       Ahmet "Neden inkâr ediyorsunuz? Peygamber'in (s.a.a.) Ali(a.s.) hakkında "Müminden başka biri seni sevmez, müna­fıktan başkası da sana düşmanlık beslemez" buyurduğu hadisi kendimiz de rivayet etmemiş miyiz?" dedi.               Dedik: "Evet". Dedi: "Müminin yeri neredir?" Dedik:  "Cennet". Dedi: "Münafık nasıl?" Dedik: "Cehemmen": De­di: O halde Ali (a.s.) (cennet ile) cehennemi bölendir53.

  Daha sonraları Beni Ümeyye bu faziletleri nakletmeyi ya­sakladı ve sadece çok az kimseler bunu nakletmeye cüret edebiliyordu. Emevi hükümdarlarından olan "Ömer b. Abdul Aziz'in babası Abdul Aziz oğluna eğer bu eşek millet bizim Ali'nin hakkında bildiklerimizi bilselerdi, onlardan iki kişi bile bize uymazlardı" diyordu54.

 

   İMAMIN  SİYASİ  METODU:

  Emir-ul Müminin'in (a.s.) Rasulullah ile olan rabıtalarını 've İslamın ilk günlerinden itibaren Peygamber'in ölümüne kadar İslam için gösterdiği özveri ve fedakârlıktaki büyük rolünü nazara alınca bu hazretin Rasulullah (s.a.a.)'m hayatı  döneminin etkili ve şahsiyetli kimselerden biri olduğu iyice anlaşılacaktır. Bu özel mevkiye rağmen başkaları -bu gibi bir makama sahip olmadıkları halde kendi yerinde açıklanmış olan bazı nedenlerden dolayı- İmamı baskı altında tutup bir takım özel siyasi yöntemleri uygulayarak kudreti ellerine ala­bildiler. Bu doğrultuda onların en önemli eylemlerinden biri Ali (a.s.)'ın genç İslam toplumundaki seçkin ve tartışma ka­bul etmeyen makamını yok etmek idi. Bu nedenle ellerinde bulunan imkanları dikkate alarak Ali (a.s.)'m şahsiyetini zayıflamaya koyulup o hazret münzevi

 

53)   ibn-i Ebi Ya'li'nin "Tabakat-ul Hanabile"si, c: 1, s: 320, "seni an­cak mümin sever" hadisi Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) faziletini bildiren mütevatir hadislerdendir. Rabi'u-l Ebrar, c: 1, s: 488, bakınız.

 54)  Zmahşerinin Rabi'u-l Ebrar ı, c: 1, s:. 499.

 

ettiler. Bu konuya ge­rek İmam'ın kendisi ve gerekse başkalar) açıkça ve güzel bir şekilde değinmişlerdir55. İmam hakkının elden çıktığını gö­rünce önce itirazda bulundu ama Ceziret-ül Arabın (Arap Ya­rımadasının) köşe bucağından İslam'ın aleyhine bir takım muhalefetler yükseldiğinde, İmam İslamı korumak için kendi muhalefetinden el çektiyse de sonraları hilafetin sadece ken­di hakkı olduğu hakikatını defalarca dile getiriyordu56. İmam, halifeler tarafından istişareye muhatap olduğu veya hukukî meseleler hakkında kendisine başvurulduğunda fırsatlardan yararlanarak gerekli gördüğü yerlerde onlara yol gösteriyordu ama aynı zamanda yardımlaşmaya davet edildiği bazı husus­larda, kendi görüşünce doğru olmadığı zamanlar yardım­laşmaktan sakınıyordu ve bu nedenle de onların yerme ve itham seline maruz kalıyordu57. İşte bu yüzden üçüncü hali­feyle olan ilişkisi daha da gerginleşti ve bunun nedeni ise ha­lifenin bir çok fetvaları hakkında İmam'ın muhalif görüşler öne sürmesiydi58.

 

     Hz. ALİ (a.s.)'IN HİLAFETİ:

   Zamanın akışıyla meydana gelen karmaşık sorunlar, zorluklar ve olaylara uygun olarak, halife ve onun ilmî ve siyasî yardımcıları onları çözümlemekten âciz kalıyor defalar­ca ve defalarca o hazrete muhtaç olup el açıyorlardı ve bu da, onun İslam toplumundaki ilmî makamına herkesin naza­rını çekmeye ve halkın sadece onu İslamın kurtarıcısı ilim ve esrarının hazinesi olarak tanımalarına neden oluyordu. Siyasi açıdan ise, uygulanan siyasetleri İslam maslahatlarına aykırı olarak teşhis eden toplumun bir grup şuurlu şahısları o hazreti hilafete aday olarak nazara aldılar. Bunların yanı sıra orta­mı münasip gören şiiler de İmam'ın gerçek yüzünü tanıtma ve onu başa geçirme doğrultusundaki siyasi faaliyetlerine daha da hız

 

55)   Şerh-u Nehc-ul Belağa (Ibn-i Ebi-l Hadid) c: 9, s: 28-29, c: 20, s: 299/el-Camel (Şeyh Müfid), s: 92.

 

56)  el-Ğarat, c: 1,s:307.

 

57)   Eğani (Eb-ul Fytuh İsfahanî) c: 1, s: 289/el-izah (ibn-i Saran), s: 90, Beyrut basımı.

 

58)   Müsned (Ahmed b. Hambel) s: 100, c: 1.

 

kazandırıyorlardı. Ve diğer halk tabakaları da bir ta­kım nedenlerden dolayı bu otorite sistemini dini ve siyasi açı­dan kendi amaç ve gayeleriyle çelişkin gördüklerinden üçün­cü halifeden yüz çevirip Emir-ül Müminin (a.s.)'e meyillerime, biat ve fedakarlık gösterdiler. Bu etkenler mecmuası Osman'­dan sonra halkın, Hz. Ali (a.s.)'ı "hilafet kürsüsüne oturtmak" için onun evine akın etmelerine neden oldu. Önceleri halifeler hilafete geçtikten sonra halk onlara biat ediyorlardı ama bu defa öncelerin aksine halk ilk etapta İmam'a biat ettiler ve bundan sonra İmam resmi halife olarak yetkiyi ele aldı.

HÜKÜMETİ BOYUNCA İMAMIN TEMEL SİYASETLERİ

Emir-ül Müminin'in (a.s.) beş yıllık hükümetinin en önemli semerelerinden biri, dinî kurallar üzerine kurulan ve köklü insanî değerlerle şekillenen İslamî siyasetler gereğince devleti yönetmeğe ve önemli toplumsal sorunları onlara göre tanzim etmeye detaylı bir şekilde çalışması ve bir zerre dahi bunlardan dönmeye hazır olmamasıdır. Biz burada bu siya­setlerden bazılarını örnek olarak kısaca konu edineceğiz:

A) İslam'i Hakimiyeti İslah Etmek Müşriklerle Savaşmaktan Daha önemlidir

İmamın hükümeti dönemindeki bütün çalışmalarının ka­lıbını oluşturan bu siyasetlerden biri, İmam'ın, müslümanlar arasındaki siyasi fesatları İslah etmeye, fethetmelerden ve toprak almalardan daha çok öncelik tanıması idi. Ve bu siya­set doğrultusunda İslam hükümetinin şimdilik sahip olduğu coğrafya sınırlarında baki kalmasında İsrar ediyor, hükümet içinde siyasi fesadın hakim olmamasını ve dinî ve siyasî liyakatlerinde hiç bir şüphe ve tereddüt edilmeyen kimselerin halka hükümet etmesini tercih ediyor. Bu nedenledir ki bazı­ları kendisine "Muaviye ve Muaviye gibilerinden vazgeç ve onlarla uzlaşması" önerisinde bulundukları zaman İmam şöyle buyuruyor:

 

       "Ben bu iki yoldan birine mecburum: Ya bu kavimle (Ka-sitin:) savaşmalıyım veyahut da Muhammed'in (s.a.v.) risale-tini inkâr etmeliyim."99

 

       Yine buyuruyor:

 

        "Allah, sapıkları güç ve yardımcı edindiğim bir durumda asla beni görmesin"60.

 

         Ve bu nedenledir ki kendi imameti boyunca, fethetmeleri bırakıp kendi siyasetlerini uygulamaya çalıştı. Ve Nakisin (ah­dinden dönenler) gibi kimseler muhalefete kalkışınca da Irak'a hicret etti ve Küfelilerden61 yardım alarak onlarla sa­vaşmaya koyuldu ve başlatılan savaşta ahdinden dönenlerin önderleri öldürülünce deve üzerindeki komutan da savaştan geriledi ve böylece bu kargaşalık da yatıştırıldı. İmam, dahil­deki fesatçı unsurlarla savaşmayı kendine vazife biliyor ve defalarca şöyle buyuruyordu:

 

       "Ahitlerinden dönenlerle (Talha ve Zübeyr gibileriyle), za­limlerle (Muaviye ve Amr b. As gibileriyle) ve dinden çıkanlar­la (Havaric gibileriyle) savaşmakla görevliyim."62

 

İmam, Muaviye'yi ve hatta kendi zamanında bir saat bile Şam valisi olmasını kabul etmedi. Muaviye'yi İslam için büyük bir tehlike görüyor ve onu yok etmek için bütün him­met ve çabasını gösterdi ve bu doğrultuda bir yere kadar bü­yük başarılar da elde etti. Ama Irak halkı taviz verdiklerinden ve Muaviye'nin aldatıcı şiarlarına kandıklarından dolayı Mua­viye'yi yok edecek kadar ilerleyemedi. Dolayısıyla Küfe ordu­sunun savaş moral ve yeteneğini sıfıra indiren böyle bir fikir­sel za'fın mahsûlü, İmam'ın şahadetinden sonra Muaviye'nin Irak'a hakim olması-oldu. Ama İmam'ın "Kasitîn" ve zalimîn ile savaşındaki sünnet, bütün Müslümanlar tarafından dinî bir ilke olarak makbul görülüp tuğyan ve isyan edenlerle sa­vaşmak hususunda şer'i hükümlerin temeli, kökeni sayıldı.

 59)   Ensab-ul Eşraf, c: 1, s: 236, Mahmudinin Tahkiki/el-Miyaru vel-Müvazene, s: 136-54/EI-Futuh, c: 2, s: 266, bakınız.

 

60)  Vak'at-us Siffin, s: 52/Taberi, c: 3, s: 46Q.

 

61)   Futuh, c: 2, s: 268.

 

62)   Ensab-ul Eşraf, c: 1, s: 138.

 

El-Marikîrf3 ile savaş olayında da İmam, Kur'an ayetlerinin yanlış tevillerine aldanıp İslam toplumunu fesada çeken bir grubu görünce onların cemaatini dağıtmak için nizamî girişim ve  kabiliyetlerini  bozguna  uğrattıysa  da  sonraları Beni Ümeyye'nin yanlış ve zalimane hakimiyetinden dolayı Haricilerin yozlaştırı düşünceleri yeniden yayılıp siyasi çalışma Planları genişletildi.  Ancak Ali (a.s.)'nin mukabilinde kendilerini gösteremeyip bastırıldı, bozguna uğratıldılar.

 

        İmâm bu cihad ve çabalarını, dinî yozlaşmaya duçar olup (bilerek veya bilmeden) münafık şeklinde şeytanın tu zağına düşen bir grup Müslümanlar karşısında gerçekleşti­riyordu. Kendisi bu hususta şöyle buyuruyor:

 

        "... Biz bugün sapıklıklara, hatalara, bâtıl şüphe ve tevillere düşen din kardeşlerimizle savaş halindeyiz."64

 

         Ama, hükümeti gasbetmek amacıyla fırsat arayan Müslümanlar arasındaki müfsit unsurları İslah etmek için böyle bir ; savaşı kendine ebedi bir vazife olarak telakki edip şöyle buyuruyor:

 

         "Allah'a kavuşuncaya kadar, Islama saygısızlık eden kimselerle savaşmak inancındayım. Dostlarımın çokluğu be­nim izzetimi artırmayacağı gibi etrafımdan dağılmaları da beni korkuya düşürmeyecek."65

 

         Muhaliflerle uzlaşmak mümkün olsaydı ve onlar imamın tavsiyelerini nazara alarak teslim olsalardı tabiatıyla imam onlarla savaşmaya teşebbüs etmezdi ama onların çıkardığı koşullar karşısında, İmam, savaşmaktan başka bir çare yolu bulamadı. Nasıl ki bunu, Tarık b. Şahab hazretin kendisinden nakletmiş:

 

      "Ant olsun Allah'a savaşmaktan başka çare bulama­dım."66 .

 

 

 

 

 

63)   "Dinden çıkan kimseler".

 

64)  Tasnif-i Nehc-ül Belağa, Hutbe: 120, s: 501.

 

65)  Tasnif-i Nehc-ül Belağa, Hutbe: 275, s: 388,

 

66)   et-Tarih-ul Kebir (Buhari), c: 2, s: 67.

 

 

 

 

 

         B)Yanlışlıklan Düzeltmede İslamî ve Ahlaki Yöntemlerden Yararlanma:

 

 

 

         İmamın köklü siyasetlerinden başka biri de, bu doğrul­tuda gayri islami metotlardan yararlanmamasıdır. İleri ge­lenlerin muhalefet etme tehlikesinden güvencede olmak ve onlardan da destek almak için defalarca onlara ikram etmesi için o hazrete öneride bulunuldu ama imam böyle bir yönte­mi kabullenmekten sakındı67. Eğer böyle yapmak isteseydi, Muaviye ile uzlaşması da yerinde olurdu ancak hazret kendi hakimiyetinde defalarca şu cümleyi önemli bir ilke olarak dile getiriyordu:

 

       "Beni zulüm ederek basarı elde etmeye mi sürüklemek istiyorsunuz"68.                                                                       

 

      Ali (a.s.)'ın genel tutumu, kendi siyasetlerini halka açıkla­maya çalışmasıydı. Bu yüzden hilafeti boyunca uzun uzasıya hutbelerde ilmi siyasetinin ana hatlarını halka anlatıyordu. İmam, halkı şuurla ve özgürce hareketlendirmeye çalışıyordu, bir şeye karşı muhalefet ettiklerinde ise onları aydınla­tıyordu; ama. kabul etmedikleri taktirde, kendi isteklerini on­lara yüklemiyor ve şöyle buyuruyordu:

 

       "Hoşlanmadığınız bir şeyi size yüklemek bana ya­kışmaz"66.

 

        Başka bir yerde de çeşitli İslami metotlarla halkı islah etmek isteyip ancak İslah olmadıklarını görünce şöyle buyu­ruyor:

 

        "Sizi islah edebilecek tek şey kılıçtır ama ben sizi İslah etmek için kendimi fesada müptela etmem."70

 

       İmam böyle bir kurala uyuyordu ve bu yüzden halkı İs­lah etmek ile bir önder olarak kendini mahvetmek gibi iki yol ayrımında kaldığında halkı islah etmek için zorbalık üslûp­larından yararlanmamakla liyakatini korumaya karar verdi.

67)  el-Ğarat, c: 1,s:45.

 

68)  el-Ğarat, c: 1, s: 675/Nehc-us Sebağa, c: 12, s: 196.

 

69)  Nehc-ül Balağa, Hutbe: 208.

 

70)   İrşad, s: 134, islamiye baskısı.

O, hile ve desiseden yararlanmakla kendi siyasetini yürürlüğe sokmayı ve böylece halk arasındaki yerini sağlama almayı asla istemiyordu.

 

        Fahri şöyle yazıyor:

 

      "Ali (a.s.)'ın tutumunda hile ve desiseye rastlanmıyordu." Ancak Muaviye böyle değildi ve bu yüzden imam siyasi görüş zayıflığıyla suçlanırken, Muaviye etkili görüş sahibi ola­rak tanıtıldı. İmam bu hususda şöyle buyurdu:

 

        "Muaviye benden daha zeki değil; ancak o hiyanet ve fitne ehlidir. Eğer hiyanetin çirkinliği (münkerliği) olmasaydı kimse benden daha zeki olamazdı."71

 

        İbn-i Abbas da buna dayanarak şunu söylüyordu: "

 

        Ali (a.s.) ile kıyaslanacak hiç bir önder görmedim"72

 

 

 

        C) İslami Korumak - Bütün Faaliyetlerin Mihveri (Çarkı):

       İmamın temel siyasetlerinden biri de, İslam'ı korumak için yapmak istediği her işin sadece İslam'ın korunması için bir mukaddeme olmasını dikkate almasıdır. Peygamberden sonra Sakife olayı çıkınca, İmam kendi hakkının nasıl yok edildiğini sadece seyrediyordu. Fakat Arap .Yarımadası halkı­nın yeni filizlenen imanı sarsılmasın ve aziz İslama darbe in­mesin diye susuyordu. Kendisi Muhammet b. Ebu Bekir'e gönderdiği mektupta şöyle yazıyor:

 

       "İslam ve müslümanlara yardım etmediğim taktirde İsla­m'a inecek olan darbenin, birkaç günden fazla olmayan size hükümet etmeği kaybetmenin musibetinden daha ağır bir mu­sibet olacağından korktum."73

 

 

 

 

 

71)    Tasnif-i Nehc-ül Belağa, Hutbe: 198, s: 379/el-Miyar vel-Müva-zene, s: 166/el-Ğarat, c: 1, s: 296.

 

72)   Uyun-ul Ahbar, c: 1, s: 110.

 

73)   el-Ğarat, c: 1, s: 307/Bakınız: Ensab-ul Eşraf, ç: 1, s: 281, Mah-mudinin tahkiki/Nehc-ül Belağa, 62. Mektup.  

 

 

 

       Bu da imamın, hilafetin sadece kendi hakkı olduğunu or­taya koymaktan asla çekinmediği bir halde idi74. Durmadan kendi ve Rasulullah'ın (s.a.a.) ehli beytinin faziletlerini sayma­kla kendilerinin başkalarından daha evla olduklarını hatırla­tıyordu. Bu hususda Nehc-ül Belağa'daki mevcut cümleler yeterince bu konuyu aydınlatıyor. Buna ilaveten imam, farklı yol ve yöntemlerden girerek kendi ilahi imametinin temellerini sağlamlaştırmaya da çalışıyordu75.

 

 

 

       Emir-ül Müminin (a.s.)'ın Hükümetinde Siyasetin Yazgısı

 

 

 

       Emir-ul Müminin'in (a.s.) hükümeti boyunca, halkın ken­disine adet ve onun doğrultusunda hareket ettiği şey ile sahih ve salim önderlik sistemi arasında köklü bir tezat mevcut idi. İmam, bir taraftan toplumu dini ölçüler doğrultusunda İslah-etmek ve halkın toplumsal  bağlılıklarındaki dini kuralların ehemmiyetini sağlamlaştırmak istiyordu ve dolayısıyla bu gibi bir eylemi gerçekleştirmek için de kendine özgü İslamî ve ahlâkî metodunu uyguluyor ve söylendiği üzere din sınırından hariç bir şeye el atmıyordu, işte bundan dolayı hedeflerine . varmak için amelen özel bir yöntem uygulaması gerekiyordu. Başka bir taraftan da, halk, uzun yıllardan beri diğer bazı ölçütleri sembol edinmişlerdi; bu ölçütler, refaha düşkün ve cahiliyet döneminin değerlerini diriltmeye yönelik bir toplum kalıbında şekillenmişti. Böyle bir sembolize iki-şeyden kay­naklanabilir:

 

       1-Sürekli fetihler ve bolca ganimetler.

 

        2- Halkın asîl dinî terbiye edilmesine hakimlerin önem vermemeleri.

 

       Netice olarak halk bir şeyi istiyordu, imam ise başka bir şeyi. Tezat da burada idi. Bu nedenle onlar kılıçtan başka bir şeyle İslah edilemezlerdi ve Ali (a.s.) de

 

 

 

 

 

74)   Bakınız: Tasnif-i Nehc-ül Belağa, s: 419 ila 422-426-427/Ensab-ul Eşraf, c: 1, s: 177.

 

75)    Bakınız: Kırkıncı hicri yılına kadar Siyasi İslam Tarihi, s: 430 ila 435.

 

 

 

 

 

kılıca sarılmadan on­ları İslama hidayet edemezdi. Böyle bir siyasetin sonu ne­reye varabilirdi? İmam hatta onları aydınlatarak yol göster­meye, akıllarını başlarına getirmeye ve dine davet etmeye çalıştı ve takvanın esaslarını açıklamakla onları uzaklaştıkları mukaddes ülküye kılavuzluk etmek için çaba sarfetti, ama iç savaşların çıkmasıyla git gide halk baskıda tutuluyordu. Bu baskılar o günün refaha düşkün toplumunun ruhsal nitelikle­rine uygun olmamakla kalmayıp tezatta bile idi. Çünkü o sa­vaşlar ganimet getiriyordu, bu savaşların ise halka hiçbir ya­rarı dokunmuyordu. Bir süre geçtikten sonra dinin uygulan­masına zahiren özen gösteren çoğu kimseler bile sözlerini tutmadılar ve bu yüzden dönüp muhalefet ettiler; imama ve yoluna gerçek bilgisi olan kimseler hariç Ali (a.s.)'ı yalnız bı­raktılar.

 

         Böyle bir günün geleceğini Emir-ul Müminin (a.s.)'ın ken­disi de açıklamada bulunmuştu ve bundan dolayı önce böyle bir halka hüküm sürmek yükünü yüklenmek istemiyordu. Çünkü kendi planlarını uygulamak için bu halkı sebatlı ve da­yanıklı görmüyordu.

 

         "Beni bırakıp başka birini arayın. İleride, kalp ve akılları­nın kendileri karşısında dayanamayacağı, sabit kalamayacağı bir takım muhtelif boyut ye çehrelere sahip olan bir durumla karşılaşacağız.'76

 

        İmam bu cümleyi işin başında buyurmuştu; sonunda da önceki görüşünü tekid eden başka bir cümle dedi ama bu defa imamın görüşü bir tecrübe olmuş idi:

 

        "Bilin ki sizi yapılmasından sakındırdığım şey şimdi ger­çekleşmiştir. Bu fitne bir ateş gibidir; alevleri çoğaldıkça eteği daha da genişliyor. Ben de korunması mümkün oluncaya kadar bunu korumaya çalışacağım."77

 

       Nitekim daima halkın mazlum ve hakimin zalim olageldiği insan topluluklarında hüküm süren sünnetin aksine bu

76)  Nehc-ul Belağa (Süph-is Salih), s: 136.

 

77)   Futuh (ibn-i A'sam), c: 2, s: 272.

defa hakim mazlum, halk ise zalim olmuşlardı. Halk onun emirliğini kabul edeceği yerde halk ona emir olmuş idi ve böyle bir hükümeti ne gibi bir yazgının beklediği malum idi.

 

         "Geçmiş ümmetler arasında halkın hakimlerin zulmün­den korkmaları adet idi ama bu gün ben kendi halkımın bana yapacağı zulümden korkmadayım."78

 

         İtaattan itaat etmemeye dönüş sünneti üç iç savaş boyunca daha da şiddetlendi.

 

          İşin başlangıcında halk biat etmek için onun evine öyle akın yaptılar ki neredeyse çocukları halkın ayağı altında ezile­ceklerdi ve nihayet halkın ısrarı ve üstelemesi sonucunda hi­lafeti kabul etti ve kabullenmesinin nedenini şöyle tevzih etti:

 

        "Tedirgin olmamın asıl nedeni, bu ümmete hüküm süre­cek olan kimselerin sefahatlı ve günahkâr kimselerin olması, Allah'ın malını kendi aralarında paylaşmaları, Allah'ın kullarını kendilerine köle edinmeleri, salih kullar karşısında durmaları ve fasık kimselerle birleşmeleri idi."79

 

        Ama ilk biat edenler işin hemen başlangıcında ve her­kesten önce muhalefetlerini duyurdular. Bunların tedricen sonraki muhaliflerden olmaları tabii idi. Camef savaşında em­rine uydular, gerçi Ebu Musa Eş'ari Kûfe'de isyan edip halkı kıyam etmemeye davet etti, bu sırada başka kimseler de kıyam etmeyenlerin safına katılıp kendi sanılarınca kendi din­lerini korumuş ve dolayısıyla da bâtıla yardım etmemiş oldu­lar. Ama imam detaylı bir şekilde onları şöyle vasfetti:

 

         "(Gerçi) bâtıla yardım etmediler ama hakkı azamet tah­tından aşağı indirdiler."80

 

        Siffin'de önce kendi yollarına inançlı oldukları halde sa­vaşın baskısı yavaş yavaş inançlarını zayıflatıp önceki sözle­rini ayak altına almalarına neden oldu. Öyle ki Muaviye'nin sözünü Ali (a.s.)'ın sözüne tercih ettiler, Muaviye'yi Kur'an yanlısı ve ona amel eden ve Ali (a.s.)'ı

78) Nec-ul Belağa, Hutbe:95, Tasnif-i Nec-ul Belağa, s:382.

 

79)Nec-ul Belağa, 61. Mektup

 

80) Tasnif-i Nehc-ül Belağa, S: 571. - 58

 

 

 

 

 

ise böyle olmayan biri Olarak teşhis ettiler.

 

       Sonraki merhalede karşılarında başka bir muhalif saf oluşturdular. Sıffin'de Muaviye'ye karşı onun yanında hazır olmadılar, bu defa onun kendisine karşı isyan edip dinden çıktılar.

 

       Son günlerde ise imam herhangi bir harekette hatta Muaviye'nin onun hükümeti altındaki topraklara saldırmaları karşısında bile savunmada bulunamıyordu. Halk da imanları­nın zayıflığından dolayı imamın sözlerini dinlemeye hazır ol­muyorlardı ve hatta Muaviye'nin saldırılarının baskısında kala­rak, Irak topraklarını savunmaktan kendilerini aciz görüyor­lardı.

 

         Bu cahil mukaddes görünen mutaassıp Hariciler, din için çalışıyorlardı ama ne dini tanıyorlardı ne de dindarı ve onun mantığından da habersiz idiler. Nihayet korkunç bir ci­nayete el atıp beşeri toplumun Ali (a.s.) gibi başka bir örnek göstermekten akim kaldığı insaniyetin kamil sembolü Ali (a.s.)'ın kanını yere akıttılar ve bu Emirul Müminin'in (a.s.) hükümet hayatının sonu idi.

 

        -Aynen imamın önceden söylemiş olduğu- böyle bir ne­tice kendi ilk rotasından saptırılan bir toplum için olağan bir sonuç idi. Böyle bir toplum, temelleri gevşek ama duvarları çok sağlam olan bir yapıya benzer; böyle bir yapıdan yarar­lanmak ise intihar hükmündedir. Halkın, imamın evine akın etmesiyle İmam sahneyi terkedemezdi çünkü böyle yapmış olsaydı, halkın isteğine aldırış etmemekle suçlanacaktı. Bu tecrübenin kalması ve başka bir taraftan da imam kendi ima­met vazifesini yerine getirmesi için sahneden çekilmedi. Hal­kın isteğini kabul etmemedeki imamın ısrarı, imamın hükümet hayatı hakkında böyle bir görüşe sahip olduğunu kanıtlayan en önemli delilimizdir.

 

          Bu hükümetin ürünü, ilerideki uygun fırsatlarda insani topluluklarda uygulanması gereken siyasetin İslami temelle­rini atmak ve gelecek toplumlarda bu siyaset doğrultusunda kendilerini dünya isteği uçurumundan takvanın doğru yoluna

 

iletip ilahi emirleri uygulamak için gerekli öğretiler idi. Zalimle­rin, Haricilerin ve sözünden dönen her grup hakkında söyle­nen hutbeler, her biri dünyaca şuur ve görüş içeren kısa cümlelerin vb. tümü, Emir-ul Müminin (a.s.)'in beş yıllık haki­miyetinin belki de en önemli semerelerinden olan kültürel, di­ni ve siyasi sermayelerdir.

 

 

 

         İMAMIN DİNİ DİRİLTMEK UĞRUNDAKİ  HAREKETİ

 

 

 

            Peygamberden sonra fetihler meselesi başlandığında hükümetin gaye ve himmeti daha çok toprak almak ve İslam devletini daha bir genişletmek idi. Ama bu arada müslüman kitlelerin küfr ve şirke karşı savaşmada kendilerinden göster­dikleri yoğun telaşlara rağmen maalesef ki birçok nedenler­den dolayı art niyetlilikten ve bazen de bilgisizliklerden kay­naklanan dinî yozlaşmalar uçurumundan kendilerini kurtara­madılar. Zamanın akışıyla gün geçtikçe bu sapıklıklar daha da yayıldı ve Rasulullah'ın (s.a.a.) sünneti Allah'ın kitabının yanında terkediliyor ve bid'at ve (dine sonradan giren din-denmiş gibi yapılan) ra'y, bidat-ı basene (güzel bid'at) unva­nıyla onun yerini (düşünce sonucu verilen hüküm) alıyordu.

 

           Halk, ganimet elde etmek ve refaha kavuşmak için bu mevzuya daha az ehemmiyet veriyorlardı. Ve sadece sayısız savaş ganimetlerinin, müslümanların halifesinin (Osman'ın) hanedanı arasında kendileri olmadan bölündüğünü hissettik­lerinde muhalefet ediyorlardı. Halkın arasında, halifenin tem­silcileri tarafından farklı şehir ve bölgelerde kendilerine yapı­lan zulüm ve baskıdan kurtulmak için ayaklanan şuurlu müslümanlar da bulunmaktaydı. Âli (a.s.)'m ashabı da, gerçek İs-lamı uygulamaktan ibaret olan arzularını gerçekleştirmek için bu harekete katıldılar.

 

          Emir-ul Müminin (a.s.) imamet ve hilafet tahtına otur­duğunda -önceden de söylendiği üzere- iç fesatları islah et­mek için gayret gösterdi. İmamın zamanındaki meşhur sa­vaşlara yol açan siyasi İslahatı bir yana, imam, dinî İslahat doğrultusunda da kapsamlı bir mücadele başlattı.

 

        En önemli dinî yozlaşma halkın görüş yeteneğinin yok olması ve dinî şuurlarının azalması idi. Bu da, Din-i Mübin'in

 

hedeflerini gerçekleştirmek doğrultusunda değil, beyt-ül mal­dan daha çok pay alabilmeleri için çalışmalarına ve kendi yaşam şekil ve mahiyetlerini bu cihete göre ayarlamalarına neden oluyordu.

 

          İmam, din uğrunda olmayan amaçlan yok etmek için derin ve detaylı hutbeler okumaktan yardım alıyordu. Ko­nuşmalarda, cuma namazı hutbelerinde veya diğer yerlerdeki söylediği cümlelerle, sözlerinin en önemli dayanağı takva idi. Halkı dünyaya dalmaktan sakındırıyor ve kendi beliğ sözle­riyle dünyayı "Ve dünyaya tapanları kınıyordu. Takva hakkında bir fihrist derlemek isteyen herkes, Nehc-ül Belağa'yı gözden geçirmekle en faydalı mefhum ve sözleri orada bulacak. Na­sihat etmek ve takvaya davet etmek gerçi gerekli ve aynı za­manda her hutbede söylenecek normal bir şeydir ama ima­mın ısrarı ve takva hakkındaki onca açıklamaları, gayri dini amaçlar taşıyan ve hedefi din değil de mal kazanmak, gani­met toplamak ve beyt-ül maldan daha çok pay almak olan bir toplumun ıslahı için dile getiriliyordu.

 

         Nehc-ül Belağa takvanın yanısıra, dini açıklama doğrul­tusunda çok değerli olan bir takım ilmi gerçekleri de içermek­tedir. Mesela, güzelliği Nehc-ül Belağa'nın hoş ve çekici sima­sını oluşturan ayrıntılı, derin, aklî ve ilmî bir şekilde söylenen Allah'ı tanıma hakkındaki hutbeler.

 

İmam (a.s.) farklı dinî sahalarda da Kur'an-ı ve Rasulullah (s.a.a.)in sünnetini diriltmeğe ve bid'atların çıkmasına ve ilahi sünnetlerin ortadan kalkmasına neden olan özel fikirsel siyasetleri önlemeye çalışıyordu. Hadise ehemmiyet verilme­diği zaman, imam, hadislerin hatırtatılmasına81 emrediyordu ve bir takım anlamsız nedenlerden dolayı hadis yazmayı ya­saklayan kimselerin karşısında ise minber üzerinde şöyle haykırıyordu:

 

"Kim bir dirheme bir kağıt olmakla benim naklettiğimi ya­zarak ilim almak istiyor?"

 

 

 

 

 

81) et-Teratib-ul Idariyye, c: 2, s: 22.

 

 

 

 

 

       Haris-i AVer bir kağıt alarak ona şöyle yazdı:

 

       "İmam buyurdu:

 

        "Ey Kûfelüer, yarım bir kişi size galib oldu:"82

 

         Aynı şekil Hasan b. Ali (a.s.) de evlatlarına hadisi yaz­mayı tavsiye ediyordu; ancak başkaları yazmış oldukları ha­disleri yırtıyorlardı. Biz bu facia yaratan vak'ayı başka bir yerde anlatmışızdır83.

 

       Bu nedenle Rasulullah'ın (s.a.a.) gerçek hadisi ehl-i bey­tin dilinden yazılı olarak da nakledildi ve böylece şia hadisi, ehl-i sünnet hadisinin yolu üzerine kurulan saptırma ve tahri­fattan mahfuz kaldı.                                 \

 

       Kitap ehlinin kültürü israiliyat (hurafeler) kalıbında İslam toplumuna sirayet edildiğinde ve bazıları da onları yaymak için güler yüz gösterdiklerinde, imam açıkça kendi muhalefe­tini duyurup halkı ehli kitap eserlerine uymaktan sakındı­rıyordu8".

 

       İmam, bu dini tahrifatı açıkça bildiriyor ve kendi zamanı­nın toplumunu, cahiliyet döneminin geleneklerini yeniden tecrübe eden bir toplum olarak görüyordu:

 

       "Bilin ki bu gün içinde bulunduğunuz bela peygamber (s.a.a.)'in mab'us olduğu günlerdeki belaların ta kendisidir."85

 

         Başka bir sözünde de şöyle buyurdu: "Ey millet! Bilmiş olun ki, siz hicret ettikten sonra yeniden cahiliyet gelenekle­rine döndünüz, aranızda vilayet bağlılığı gerçekleştikten sonra yeniden tefrikaya düştünüz."

 

        "Siz, islamın adından başka bir şey taşımıyor ve imanın şeklinden başka bir şey tanımıyorsunuz. İslama olan bağlı­lığınızı kopardınız, ilahî hududu bıraktınız (Allah'ın sınırlarına riayet etmediniz) ve ahkamını ise ortadan kaldırdınız"86

 

 

 

 

 

82)  Takyid-ul lim, s: 90/Rabi'ul Ebrar, c: 3, s: 226-294. 63)  "İlim nuru* dergisi, sayı: 9-10-11 (ikinci yıl) bakınız.

 

84)   cl-Teratib-ul idariyye, c: 1, s: 76.

 

85)  Nehc-ül Belafla (Süph-is Salih) s: 57.

 

86)   Şerh-ü Nehc-ül balağa (ibn-i Ebil-Hadid), c: 13, s: 179.

 

 

 

 

 

       İmamın bu sözü, o toplum hakkındaki görüşünü açıklamakta ve dini ihya etme doğrultusunda hareketini iyi bir şekilde ortaya koymaktadır. İmamın kendisi de bu hareketi hakkında şöyle buyuruyor:

 

     "Sizin aranızda iman bayrağını ben diktim ve ilahi hü­kümlerin helal ve haramını ben size öğrettim."87

 

         Gökyüzünün, kendisinden daha Sadık birinin üzerine gölge düşürmediği ve yeryüzünün ayakları altına serilmediği, Peygamber (s.a.v.) ve Ali (a.s.)'jn gerçek öğrencisi olan Ebu-zer, Ali (a.s.)'ı bir kelimeyle vasfetmek istediğinde şöyle diyordu:

 

        "Ali (a.s.) dinin kıvamıdır"88

 

         Halka şunu söyleyen de yine Ebuzer'in kendisi idi:

 

         "Yakın bir zamanda bir fitne kopacak; o zaman hayatta olursanız, Allah'ın kitabına sığınıp Ali (a.s.)'ın eteğine sarılın."89

 

          Bu mektebin başka bir güzide öğrencisi olan Ammar b. Yasir, en güzel tabirlerinden birinde Ali (a.s.)'ın çabasını şöyle izah ediyor:

 

        "Ali (a.s.) secde vaktindeki iki tekbiri ihya etmekten başka bir şey yapmamış olsa dahi, bununla çok büyük bir fazilete ermiştir."90

 

         Bu ibaret, Ali (a.s.) ve dostlarının açısından en önemli işin peygamberin dinini ihya etmek olduğunu göstermektedir. Hatta Ammar'ın naklettiği gibi bir işi imamın gerçekleştirmesi, ..Ammar'ın görüşünce, imamın elde ettiği en büyük değerler­den biridir. Bu yüzden Ömer de tanıdığı kadarıyla Ali (a.s.)'ı hakkında şöyle diyor:

 

 

 

 

 

87)  Aynı adres, c: 6, s: 373.

 

88)  el-Fâik-u fi Garib-il Hadis, c: 2, s: 108.

 

89)   Ensab-ul Eşraf, c: 1, s: 118. Aynı söz İbn-i Abbas'tan da nakle­dilmiştir. Bakınız: Tarih-i Dimeşk, "Ali b. Ebi Talib" hayatı tercümesi c: 1, s: 89, el-Mahmudi'nin Tahkiki.

 

90)' Ensam-ul Eşraf, c: 1, s: 179-180/Müsennef-i İbn-i Ebi Saybe, c: 1, s: 240.

 

 

 

 

 

       "Eğer o, bu ümmetin başına geçerse, sizi Allah'ın yoluna hidayet edeceğine inanıyorum. "*

 

       Maalesef ki halifenin kendisi bile, kendi görüşünün ame­len gerçekleşmesi için imamın ortam hazırlamasına taham­mül edemedi. Ömer başka bir yerde de Ali (a.s.) ile hasmı arasında hakemlik ederken imama künyesi ile hitap ettiğinde imam, hasmımın karşısında neden bana saygı gösteriyorsun diye itiraz edince, imama şöyle arz etti:

 

       "Babam size feda olsun! Allah sizin hatırınıza bizi hi­dayet etti ve sizin elinizle bizi karanlıklardan çıkarıp nura ilet­ti."92

 

         İmam, din hususunda çok titiz idi ve bunun nedeni de dini toplumda korumaktan başka bir şey değildi. Kendisi şöyle buyuruyordu:

 

        "And olsun Allah'a dinim hakkında kimseye yaran-' mam."93

 

        İmamın ashabı Ali (a.s.)'ı vasfetmek istedikleri zaman şöyle bir şiir söylerlerdi:

 

"Dinimizden bize örtülü olan hükümleri açıkladın, Allah sana bizden taraf iyi mükafat versin, ihsanda bulunsun."94

 

Emir-ul Müminin hakkında pek de müsbet nazarı ol­mayan Hasan-ı Basrî İmamı vasfetmek istediğinde bir cüm­lede şöyle dedi:

 

         "Ali (a.s.), halka yolu gösterdi; din eğrilmişken onu doğ­rulttu."95

 

       Bu söz, imameti boyunca dini ihya etmek doğrultusunda imamın yapmış olduğu çabanın onun en önemli teşhisi ol­duğunu göstermektedir. İmam kendi vazifesini, peygamberin sünnetini tamamen iletmede görüyordu ve bu yüzden şöyle feryad ediyordu:

 

 

 

 

 

91)   Ensab-uf Eşraf, c: 1, s: 214/Edeb-ul müfret (Buhari) s: 149.

 

92)   (Zmahşeri) Rabi'ul-Ebrar, c: 3, s: 595.

 

93)   Nehc-üs Saadet, c: 2, s: 202.

 

94)   Keşfül Gumme, s: 25-26.

 

95)   Müsennef-i ibn-i Ebi Şeybe, c: 12, s: 83.

 

 

 

 

 

        "And olsun Allah'a peygamberin size duyurmuş olduğu herşeyin kendisini aynen ben de duyuruyorum."96

 

İmam, kendisini Peygamberin (s.a.a.) siyerini bilinçli ve gerçekçi olarak uygulayan biri görüyordu ve bazı halkın serkeşliğini müşahede ettiğinde ise şöyle buyuruyordu:

 

"Sizin aranızda Rasulullah (s.a.a.)'ın yöntemine uygun olarak kim hareket edecek (tabi olunacak) benden başka

 

kim var ki?"97

 

        Bundan dolayı peygamber (s.a.a.)'in siyerini farklı alan­larda halka hatırlatmaya ve bu siyeri halk arasında bir sünnet olarak uygulamaya ısrar ediyordu98.

 

       Peygamber (s.a.a.)'ın vefatından yirmi beş yıl geçtikten sonra imam Ali (a.s.)'a iktida ederek namaz kılan Ebu Musa şöyle dedi:

 

       "Ebu Talib'in oğlu, Rasulullah (s.a.v.)'in namaz kılma tar­zını bize hatırlattı."99

 

        Bu geçen şahitler .nazara alınmakla imamın, bir siyaset ve yaşam sorunlarıyla mantıksal bir tutum olarak hayatı boyunca çok önem verdiği hususlardan birinin dinî usul ve furu'u korumak olduğu, Allah'ın kitabını ve Resulün sünnetini kendinin ve halkın faaliyetlerinin tek mihveri olarak karar kıl­dığı iyice anlaşılabilir.

 

 

 

            İMAM ALİ'NİN (A.S.) İLMÎ BOYUTU:

 

 

 

         Kur'an Mecit'ten ve Peygamber (s.a.a.) "m sözlerinden başka Emir-ul müminin (a.s.)'ın sözleri gibi sözlerin buluna­mayacağını çok duymuşuzdur. Sadece Emir-ul Müminin (a.s.)'ın sözlerinin bir kısmını oluşturan100 Nehc-ül Belağa'ya bakmakla bu söz daha iyi idrak edilebilir.

 

 

 

 

 

97)  el-Müsennef (Abdurrazzak), c: 10, s: 124.

 

96) Nehc-ül Belağa (Süph-is Salih), s: 122/Tasnif-i Nehc-ül Belağa, s:391.

 

98)   Nehc-üs Saadet, c: 2, s: 100.

 

99)   Tarih-ul Kebir (Buhari)/c: 4, s: 33.

 

100)    Son zamanlarda değerli araştırmacı Üstad Şeyh Muhammet Bakır Mahmudi'nin telaşıyla Nehc-ül Belağa'nın müstedreki 8 cildde yayınlanmıştır.

 

 

 

 

 

         imamın Allah tanımı, din tanımı, sosyal ve siyasi konular özellikle de ahlak ilmi hakkındaki sözlerinin her tek teki kendi yerinde gerçekten eşsizdir ve bunlardan dinî akaidin temelini atmak, islami siyaset hattını sergilemek ve mezhebî ahlak il­kelerini düzenlemek için esaslı bir proje olarak yararlanıla­bilir.

 

        Bu konu peygamber (s.a.a.)'in sahabesi tarafından ima­mın .kendi hayatında muhtelif şekillerde teyid edilmiştir. Ör­neğin:

 

       "Kitap ve sünneti herkesten daha iyi bilen Ali (a.s.)'dir101'.

 

         Peygamber (s.a.a.), Ali (a.s.)'a öyle güveniyordu ki ona şöyle emretti:

 

         "Abdest almayı ve sünneti Öğret."'102

 

       Ve henüz çok genç iken peygamber (s.a.a.) onu kadılık etmek için Yemen'e gönderdi: Sahabeden biri şunu teyid ediyor:

 

        "Biz kendi aramızda kadılık hususunda Ali (a.s.)'ı Medine halkının en bilgilisi olarak tanıyorduk."103 Yine söylüyordu:

 

        "Dinî farizeleri herkesten daha iyi bilen Ali (a.s:)dır"104. Ali (a.s.)'ın kendisi de şöyle buyuruyordu:

 

        "Allah'ın ve flasul'ünün (s.a.v.) sözlerini herkesten daha iyi bilen biz ehl-i beytiz."105

 

Yine buyuruyordu:

 

 

 

 

 

101)el-Mi’yaru vel-Müvazene s102. Ayşeden de şöyle nakledilmiş:’’Ali (as) Peygamberin sünnetini en iyi bilendir.’’ Bk Tarih-ul Kebir (buhari) c2 s 52.

 

102) Tabakat-ul Kubra, c- 4

 

103)Ensab-ul Eşraf c1 s97/ El-istiab. C1 s9/Tabakat c2 s 338-339

 

104)   Ensab-ul Eşraf, c: l.s'112

 

105)   Tabakat-ul Kubra, c: 6, s: 240.

 

 

 

 

 

       "(İster hadis, ister gayri hadis) Peygamberden duy­duğum hiçbir şeyi unutmadım."108

 

        Aynı şekilde şöyle buyuruyordu:

 

        "Ant olsun Allah'a, inen her ayetin kimin hakkında ve ne­rede indiğini biliyorum."107

 

       -Hadisciler arasında yüce bir makama sahip olan- Ab­dullah b. Abbas şöyle diyordu:

 

        "Muvassak biri Ali (a.s.)'den fetva naklettiği zaman on­dan geçmiyoruz"(ona amel ediyoruz)108.

 

       İmam kendini öyle bir ilim makamında görüyordu ki şöyle diyordu:

 

        'Allah'ın kitabı hakkında istediğiniz şeyi sorun. Gece mi, ?, gündüz mü; çölde mi, dağda mı indiğini bilmediğim hiç bir ayet yoktur."109

 

        Yine Ali (a.s.) kendi hakkında şöyle buyuruyor:

 

        "Fatiha sûresinin tefsiri hakkında yetmiş deve yükü ka­dar söz yazmak istersem, yazabilirim."110

 

        Tabii ki eskilerden beri alimlerin yanında şu söz meşhur idi:

 

       "Sorun istediğinizi beni kaybetmeden" demeye Ali (a.s.)'dan başka kimse cüret edememiştir."111

 

       Bu yüzden ikinci halifenin, hilafeti süresi boyunca Ali (a.s.)'ı, kendine ilim kaynağı edinmesi tabiidir. Ama maalesef ki yakışır ve gerektiği şekilde imamdan yararlanamadı. Ömer'in kendisi şöyle diyordu:

 

 

 

 

 

107)  Ensab-ul Eşraf, c: 1, s: 99/Hilyet-ül Evliya, c: 1, s: 67. 106)  Ensab-ul Eşraf, c: 1, s: 121.

 

106)   Ensab-ul Eşraf, c: 1, s: 99/Tabakat-ul Kubra'nın haşiyesi, c: 2, t: 338/Dimeşk Tarihi, "Ali'nin (a.s.) hayatının" çevirisi, c: 38, s: 25.

 

109)   Ensab-ul Eşraf, c: 1, s: 99.

 

110)   et-Teratib-ul idariyye. c: 3, s: 183.

 

111)    Cami'u Beyan-il ilm, c: 1, s: 137. Said b. Müseyyeb'den "hiç bir sahabenin böyle dememiş olduğu" nakledilmiştir. Bakınız: Tarih-i Ya­hya b. Müîn, c: 3, s: 143.

 

 

 

 

 

        "Allah, Ali (a.s.)'ın olmadığı bir yerde, çözümlenmesi gereken bir sorunla beni karşı karşıya bırakmasın."'12

 

       Mütevatir olarak ikinci halifeden şöyle rivayet edilmiş:

 

        Ömer'den "Umreyi nereden yerine getirmeliyim?" soru­lunca, "Ali (a.s.)'ın yanına git, ondan sor" dedi.1'3

 

         Bunlara ilaveten -edebi ilim dallarının en önemlilerinden biri dan- nahv ilminin kurucusu da yine imamdır.114

 

         Daha sonraları bu ilim sebebiyle en önemli işlerden biri olan Kur'an'ın hareke (i'rab) tahrifatından korunması gerçek­leşti.

 

        Bu söylenen sözler, imamın ilmi hakkında edilen itirafla­rın çok az bir parçasıdır. Dolayısıyla biz de söylenen bu gibi sözlerin hepsini bir araya toplama niyetinde değiliz. Bu itiraf ve rivayetlerden hiçbiri olmasaydı bile sadece Resulullah (s.a.a.)'ın buyurmuş olduğu, şia ve sünni arasında mütevatir olan şu rivayet yeterli idi:

 

         "Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır"

 

 

 

          İMAM'IN YAŞAM TARZI

 

 

 

          ,.. İmamın yasamı kesinlikle beşeriyetin şimdiye kadarki hayatı boyunca tecrübe etmiş olduğu en iyi yaşam tarzların­dan biridir. Bu yaşam, bütün beşer fertlerinin en hakiki, en ilahi bir sembolü ve yeryüzünde kendilerine ilahi halife anla­mını taşıyan insan ismini bırakmaya layık olan pek az kimse­lerden biri sayılan kamil bir insanın yaşamıdır. Bu yaşam o denli çekicidir ki onu seveni, sevginin doruğuna ulaştırır ve düşmanını ise, düşmanlığın en son haddine vardırır. Ali (as.), peygamber (s.a.a.)'in onun hakkında şöyle buyurduğunu bildirir:

 

 

 

 

 

112} Tabakat, c: 2, s: 339/Ensab-ul Eşraf, c: 1, s: 100.

 

113)  öarib-ul Hadis, c: 3, s: 406.

 

114)   Hayat-us Sahabe, c: 3, s: 217/el-Besâiru vez-Zehâir, s: 183.

 

 

 

 

 

           "Senin hakkında iki grup helak olacaklar: Aşırı derecede seni sevenler (ğûlat) ve aşın derecede seninle düşmanlık edenler (nasibîler)."115

 

           Ona taraftar olanlar (şiî), rafizilik haddine kadar yücelir116 ve eğer gaflet ederse aşırı inançların içine de düşer. Hayatı boyunca kendisine ilahtık isnat edilen bir şahıs çok az görül­müştür ama Ali (a.s.), Allah'ın, Rasulullah (s.a.a.)'ın beşer ol­duğuna onca tekid ettiği bir toplumda bu gibi isnatlara maruz kaldı; ama imam buna karşı tersleyici bir tavır aldı.

 

       İmamın yaşamının en önemli örneklerinden biri, boydan boya o hazretin yaşamını kapsayan "zühd"dür -Zahid, bütün dünyaya sahip olan aynı zamanda dünyada olan her şeyden kaçınma anlamınadır yetinmeyi tercih eden ve zorluklar karşısında, sabrı kendine köle eden bir zühd.

 

         Bir grup Ömer b. Abdül Aziz'ih yanında zahidler hakkın­da söz açıp, en zahid kimsenin kim olduğunu soruyorlardı. Orada bulunanların bazısı Ebuzer de dahil olmak üzere bir­kaç kişiyi saydılar. Ömer b. Abdül Aziz ise şöyle dedi:

 

         "Halkın en zahidi Ali b. Ebi Talib'dir."117

 

          İmam, fakirleri kendi etrafına toplayarak onlara karşı şefkatli davranıyordu118... Çoğu zaman namaz için hazırlan­dığında sadece sahip olduğu tek gömleğinden su damlar bir halde hutbe okuyordu.119

 

          imam, hükümetin başında olmasına ve hükümetinin ve hükümetine bağlı olan çok geniş toprakların vergileri o hükü­metin hazinesine dökülmesine rağmen yemeklerin en sade-siyle yetiniyordu, öyle ki kendisine şöyle diyorlardı:

 

 

 

 

 

115)   el-Mi'yaru vel-Müvazene, s: 32 (Nehc-ül Belağa'da Ali (a.s.)'ın kendisi şöyle buyuruyor: (Benim hakkımda iki kişi helak olacak: Birisi aşırı sevenler, birisi de aşırı derecede düşmanlık edenler).

 

116)   Biri şii rafizi olur. Bakınız: el-Mİ'yaru vel-Müvazene, s: 33.

 

117)   el-Mi'yaru vel-Müvazene, s: 240.

 

118)   el-Miyaru vel-Müvazene, s: 240.

 

119)   el-Mi'yaru vel-Müvazene, s: 241.

 

 

 

 

 

        "Nimetlerin bol olduğu Irak'da en çok ve en iyi yemekler bulunduğu halde yine kendini böyle sıkıyor muydun?"

 

        Ama bu, imam için bir iftihar sayılıyordu.120 Hz. Ali (a.s.)'ın kendisi şöyle buyuruyordu:

 

        "Dünyaya meyletmeyen benim."121

 

              Beyt-ül malı halk arasında paylaştırırken kendisine bir şey almaz ve eli boş eve dönerdi, öyle ki bazıları onu insan­ların en zahidi mi yoksa122... bilmekte tereddütte idiler. Ha­fiyle o kendi sözünün en iyi şahidi idi:

 

          "Sözlerin en iyisi, amelin teyid ettiği sözdür."123 .

 

         Asved b. Kays şöyle diyor: Ali (a.s.) Küfe mescidinin av­lusunda halka yemek veriyor ve bitirdikten sonra da evine dönüp evinde yemek yiyordu. Ashabından biri dedi: Ali (a.s.) kendi evinde, halka dağıttığı yemekten daha iyisini yiyiyor diyerekten yemek yemeği bırakıp onun peşine takıldım. Bana "yemek yedin mi?" dedi. "Hayır" dedim. "Öyleyse benimle gel" dedi. Ben de onunla birlikte evine gittim. Evinde "Ya-Fizze!" diye seslenince, bir cariyenin odaya girdiğini gördüm. Ali (a.s.) ona "bize yemek getir dedi. O da bir parça ekmek ile bir tabak ayran getirerek buğdayın kabuğu kolayca görüle­bilen ekmeği doğrayıp ayrana kattı. Emir-ul Müminin (a.s.)'a "buğday kabuğu olmayan ekmek getirmesini söyleseydin da­ha iyi olmaz mıydı?" deyince, imam ağlamaya başlayıp "And olsun Allah'a, Resulullah (s.a.a.)'in evinde kabuksuz ekmek hiç görmedim" dedi124.

 

         Ukbet İbn-i Alkame şöyle rivayet etmiş:

 

         Ali (a.s.)'m yanına gittim ve karşısına, çok ekşi ve sulu olmasıyla beni rahatsız eden bir ayran kabı bırakmış olduğu­nu gördüm. "Bu ayrandan içiyor musunuz?" dedim. İmam "Ya Eb-el Habub! Peygamberin bundan daha kötüsü-

 

 

 

 

 

120)   el-Mi'yaru vel-Müvazene, s: 249.

 

121)   Hayat-us Sahabe, c; 2, s: 310.

 

122)  el-Ğarat, c: 1,s:55.       .

 

123)  el-öarat, c: 1,s:249.

 

124)   Ensab-ul Eşraf, c: 2, s: 187. Bakınız: el-Ğarat, c: 1, s: 85-67-88.

 

 

 

 

 

yediğini ve giydiğim elbisemden daha kalınını giydiğini gördüm, onun yapmış olduğunu yapmadığım taktirde ona kavuşamayacağımdan korkuyorum" dedi.125

 

          Adiy b. Sabit "Ali (a.s.)'a falûde (bir nevi ferahlatıcı soğuk tatlı) getirdiler; fakat Ali (a.s.) onu yemekten sakındı" söylüyor.126

 

         Ebu ishak Sakafi "el-Garat" kitabının bir çok sayfaların­da Ali (a.s.)'ın giyecek, yiyecek, beyt-ül mala karşı davranışı, iktisadi konulardaki tasarrufu ve ilahi sınırları titizlikle riayet etmesi hususundaki zabitliği hakkında pek çekici ve dikkate alınması gereken numuneler sergilemiştir.

 

İmam, öyle yüce bir şahsiyete sahip idi ki Muaviye bile özel oturmalarında onu methediyordu.127

 

          Ebu Saîd Hudri şöyle rivayet ediyor:

 

         "Rasulullah (s.a.a.) kendi zamanında ensardan birinin cenazesinin yanıbaşına gelip "bunun birine borcu var mı?" buyurdu. "Evet" dediler. Peygamber dönünce Ali (a.s.), o hazrete "bunun borcunu ben üstleniyorum" dedi. Peygamber Ali (a.s.)'e buyurdu:

 

        "Müslüman kardeşini zorluktan kurtardığın gibi Allah da seni kurtarsın."128

 

          İmam kendi malını böyle bağışlıyordu ama beytül mal­dan, hakkı olmayan en yakın şialarına bile az bir miktar dahi vermeğe katlanmıyordu.129

 

 

 

125)  el-Ğarat, c: 1,s:85.             

 

126)   el-Garat, c: 1, s: 88.

 

127)   el-Kâmil-u fi Züefâ-ir Rical (İbn-i Adi) c: 5, s: 1824.

 

128)   Rabi'ul-Ebrar, c: 3, i: 619.

 

129)   Rabi'ul-Ebrar, c: 3, s: 77.

 

 

 

---------------------

 

 

 

www.islamkutuphanesi.com

 

msn: islamkutuphanesi@hotmail.com